Tuzun Tarihçesi - Bir Tutam Tuz

Bir tutam tuz ne değildi ki?
Kimi zaman emek kimi zaman gelenek,
Kimi zaman sadakat,
Kimi zaman ıstırap,
Kimi zaman da bir köhne yarayı hatırlatandı.
“Bir seher çıkıp yoluma,
Duz sepsen köhne yarama…”
Suda eriyerek yiyecekleri tatlandırma ve korumada kullanılan billursu madde olarak tanımlanır tuz. Mecazi olarak da tat ve lezzet anlamındadır. Peki, bu kadar mıdır? Hayatımızda nerelere değer? Ne zamandan beri kullanılmaktadır? Tuzu ilk olarak kim ya da kimler bulmuş ve kullanmıştır? Eski çağlardan beri insanlar yiyeceklerini bozulmalara karşı korumaya ve tatlandırmaya ihtiyaç hissetmişler; yiyecekleri kurutma ve saklama, temizlik, deri tabaklama, madencilik gibi işlerde de tuz kullanmışlardır. Sonra sonra başka özellikleri de keşfedilen tuz, insan sağlığını korumada ve sanayide de kullanılmaya başlanmıştır.
İnsanlar tuz bulmak için zamanında uzun yolculuklara çıkmışlar ve türlü tehlikeleri de göze almışlardır. Mesela Altaylarda tuz bulunmadığından, buradaki insanlar tuz için zorlu yolculuklara çıkmışlar hatta bu yolculuklara gözden çıkardıkları yaşlıları göndermişlerdir. Romalılarda askerlere ücret yerine tuz dağıtılmıştır. Tuz, Avrupa ülkelerinde önemli bir ticari metadır ve tuz nakliyatı yapan gemiler vergiden muaf tutulmuşlardır. Afrika ülkelerinde ise toplum hayatında önemli bir yer tutan tuz, devletlerin ticaretine de yön vermekte, 1400’lü yıllarda Mali’de aynı ağırlıktaki altınla değiştirilmekteydi. Bugün de Sudan’daki bazı yerli gruplar tarafından tuz, para yerine kullanılmaktadır.
Bir Tutam Tuzun Hikayesi
Bir efsaneye göre tuz, Türklerin ilk ataları saydıkları Hz. Nuh’un (aleyhisselam) oğlu olan Yafes’in, Totok ismindeki torunu tarafından keşfedilmiştir. Bu keşif, Şecere-i Terakime’de şöyle anlatılır: “Günlerden bir gün Totok ava çıkmıştı. Avladığı geyiği kebap yapıp yiyorken elinden bir parça et yere düştü. Onu alıp yediğinde ağzına çok hoş bir tat yayıldı. Çünkü o yer tuzlaydı. Böylece yemeğe tuz koymayı o çıkardı. Bu tuzlu yeme geleneği de ondan kaldı.”
Bazı anlatılarda tuzun hikayesi, Kabe’nin inşasına uzanır: “Hz. İbrahim, oğlu Hz. İsmail (aleyhimesselam) ile beraber Kabe’yi inşa ettiğinde, Rabbine Hac için gelenlere ne vereceğini sorar ve Allah Teala da Cebrail’e buyurur: ‘Hemen cennetten bir avuç kafur getir.’ Hz. Cebrail kafuru getirir ve Hz. İbrahim’e (aleyhisselam) verir. Hz. İbrahim, bir avuç kafuru etrafa saçar ve kafurdan bazı parçalar denize, bazı parçalar göle ve bazı parçalar da kayalara isabet eder. Denize isabet edenler deniz tuzunu, göle isabet edenler göl tuzunu, kayaya isabet edenler de kaya tuzunu oluşturur.”
Peygamberin (a.s.v) Dilinde, Hayatında Tuz
“Yemeklerinizin efendisi tuzdur” (İbn Mace, Et‘ime, 32) der Efendimiz (aleyhi’s-salatu ve’sselam). Buna binaen tekke kültüründe de kendine anlamlı bir yer bulur tuz. Yemeğe başlamadan önce ve zikir yaparken az miktarda tuz tatmak sünnetten sayılır. Yine Allah Rasulü (aleyhi’s-salatu ve’sselam) “Kim, ihtiyacı olana tuz verirse, o tuzun neden olduğu bütün güzellikleri sadaka vermiş gibi olur” (İbn Mace, Ruhun, 16) demiş ve böylece tuzun temel bir gıda maddesi olduğuna dikkat çekmiştir.
Peygamber Efendimiz (aleyhi’ssalatu ve’s-selam) tuzu aynı zamanda tedavi amaçlı kullanmış ve kullanımına da örnek olmuştur. Elini akrep soktuğunda, suyu tuz ile karıştırıp eritmiş ve tuzlu suyla akrebin soktuğu kısma tedavi uygulamıştır. “Ashabımın insanlar içindeki misali yemek içindeki tuz gibidir” (Abdürrezzak, el-Musannef, 11/221) diyerek, arkadaşlarının insanlar içindeki kıymetini tuz ile anlatmıştır.
Sözlerimizde, Hikayelerimizde Tuz
Bir tutam tuzun hayatımızda bu kadar yeri olur da sözlerimizde yeri olmaz mı? Sözlerimizde de kendine yer bulur bir tutam tuz ve kimi zaman dert olur kimi zaman derman.
“Açık yaraya tuz ekilmez” der, acısı henüz taze olan kişinin acısını bazı söz ve davranışlarla daha fazla arttırmamak gerektiğini anlatırız. Her şeyin yerli yerinde ve ölçülü olması gerektiğini “aş tuz ile tuz oran ile” diyerek anlatırız. Üzüntüyü ya da kötü giden durumu artıracak davranışlarda bulunmayı, bu durumların üzerine “tuz biber ekmek” deyimiyle dillendirir; “Bir de sen üstüne tuz biber ekme” diyerek, birbirimizi uyarırız. Keyfimizin olmadığını anlatmak için de “Hayatın tadı tuzu kalmadı” deriz. Kıvamına gelmeyi de yine tuzla anlatır, işte şimdi “Tadını tuzunu buldu” deriz. Bir işte az da olsa emeğinin geçmesi gerektiğini anlatmak için “Çorbada tuzun olsun, yemeye yüzün olsun” dizelerini söyleriz.
Toplumda bozuk giden düzen illa bir vesile bulunur da düzeltilir. Peki ya bozuk düzeni düzeltecek olan vesile bozulmuşsa? İşte o zaman “Et kokarsa tuzlanır, ya tuz kokarsa?” deriz. Çok pahalıya gelen ya da çok zahmete neden olan kazanımlar için ise “Tuzluya mal oldu” deriz; zira bakırcıdan aldığı tencereye yemek pişirirken ne kadar tuz konacağını öğrenmek isteyen Yörük Ahmet’in başına gelmeyen kalmamıştır. Sonunda evine bir cevap ile dönmüştür dönmesine ama bu bilgi ona tuzluya mal olmuştur.
Şu hikayede de tuz ile anlatılan, hayattaki sıkıntılı durumlar, ıstırap ve çilelerdir: “Hintli, yaşlı bir ustanın genç çırağı her şeyden şikayet etmekte ve sürekli mutsuz olmaktadır. Çırağına ders vermek isteyen usta ondan bir avuç tuz ister ve tuzu bir bardak suya katmasını sonra da suyu içmesini söyler. Suyu ağzına almasıyla tükürmesi bir olur genç çırağın; zira su çok acıdır. Yaşlı usta sonra çırağını göl kenarına götürür ve şimdi de göle bir avuç tuz atmasını ve göl suyundan içmesini söyler. Çırak denileni yapar. Usta, şimdi suyun tadının nasıl olduğunu sorar. Genç çırak suyun tatlı olduğunu söyler. Şimdi ders vermenin zamanıdır. Ve usta sözünü söyler: Hayattaki sıkıntı, dert ve ıstıraplar ne azdır ne de çok. Onu büyüten ya da un ufak eden bizim onu nasıl karşıladığımızdır. Yani bir avuç tuzun neyin içine konulduğu önemlidir.”
İşte bu hikayede tuz ile anlatılan, hayatta karşılaştığımız sıkıntılardır. Su ise bizim gönlümüz, yüreğimiz, bünyemizdir. Hayata karşı dirayetimizdir. Koca bir göl ya da akarsu muyuz, yoksa bir bardak suda boğulur muyuz?
İnanışlardan Geleneğe, Gelenekten Geleceğe Tuz
Hayatımızdan dilimize geniş bir yelpazede yeri olan tuzun etrafında birtakım inanç ve gelenekler de oluşmuştur. Tuz, Türk kültüründe bereketi sembolize eder ve mevlit merasimlerinde pirinç ve şekerin yanına bir tabak da tuz konulur. Sonra mevlide gelenlere pirinç ve şeker ile birlikte dağıtılır. Mevlitte okunan Kur’an-ı Kerim’den, getirilen salavatlardan, edilen dualardan nasiplendiğine inanılan bu pirinç, şeker ve tuzun bereket ve şifa getireceğine inanılır.
Bazı Anadolu şehirlerinde de genç kızlar evlenme arzularını yemeğin tuzunu bile bile fazla kaçırarak belli ederler. Evliya Çelebi de Türk toplumunun üzerine yemin ettiği dört şeyin ekmek, Kur’an-ı Kerim, kılıç ve tuz olduğunu ifade eder.
Anadolu’da bir de tuzlama denilen bir gelenek vardır. Bu geleneğe “nemek çeşi” de denir. Nemek, Farsçada tuz demektir. Bu geleneğe göre yeni doğmuş bebekler tuzlu suya batırılır ve vücutları doğrudan tuz ile ovulur. Böylece vücutlarının daha dayanıklı olacağına, gelişip güçleneceğine, temizleneceğine ve terlerinin kokmayacağına inanılır. Ayrıca, çocuğun vücudunun tuzla yıkanması edep ve terbiye ile de ilişkilendirilmiştir. Tuzlama geleneği Yunus Emre’nin dizelerinde de yer bulmuştur:
“Beni beşiğe vurdular, elim ayağım sardılar,
Önden acısın verdiler, tuz içine düştü gönül”
Celalüddin Harzemşah, Gürcüler ile yaptığı savaşların birinde düşman ordusunda Kıpçakların olduğunu öğrenince onlara tuz ve ekmek yollamış, bunun üzerine Kıpçaklar harp sahasını terk etmişlerdir.
Ahiliğe kabul edilme törenlerinde de bu yola girmek isteyen kişilere şerbet-i murazza yani razı olma şerbeti denilen tuzlu su şerbeti içirilmiş ve bu şerbeti içenler süt kardeşi sayılmıştır. Bir rivayete göre İstanbul’un fethi sırasında Fatih’in ordularına tuz taşıdığı için “Tuz Baba” diye anılan ve halk arasında ermiş olduğuna inanılan kişinin Beşiktaş’ta bir türbesi bulunur. Tuz hayrı yapmak isteyenler de hayırlarını Tuz Baba hayrına yaparlar. Tuzu ziyan etmenin büyük günah olduğu da tuz ile ilgili bir başka inanıştır.
Tuz Ekmek Hakkı
Birbirlerini tanımayan iki kişi bir münasebetle birbirlerinin ekmeklerini, yemeklerini yerler. Aynı sofradan alınan nasiple ikram edilenin minneti, onlara bütün bir ömür unutulmayacak samimiyet ve dostluğun kapılarını açar. Artık birbirlerine kötülük edemezler. Karşılıklı itimada dayanan bu birliktelik aralarında yemin hükmündedir. İşte böyle aynı sofrada yenilen yemekle insanlar arasında tuz-ekmek hakkı ve kardeşliği doğar, bu kardeşlik bir ömür boyu sürecek hatta ahiret kardeşliğine varacak bir vefanın nişanesidir.
“Ararsan var kalbin ara
İller sana ne der göre
Tuz ekmek yediğin yere
Hıyanetlik etmek olmaz” (Karacaoğlan)
Tuz ekmek hakkı, sofrasında yemek yediğimiz ve iyiliklerini gördüğümüz kimsenin üzerimizdeki gönül borcudur. Atalarımız bu konuda “Tuz ekmek hakkını bilmeyen kör olur” demişlerdir.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:215 s.38