Öğrenmeyi Nerede Bırakmalı?

Çok değil bundan yüzyıl önce yaşasaydık, bilgi bizim için hala erişilmesi güç bir noktada duruyor olacaktı. Bu yüzden “bilgiye sahip olmaları ve onu başkalarına iletmeleri” sebebiyle alimlere, hocalara, ihtisas sahiplerine de başka bir gözle bakacak; derin ve gerçek bir saygıyı hak ettiklerinden şüphe duymayacaktık. Fakat bugün biz bambaşka bir durumu tecrübe ediyoruz. Bilginin veriye dönüştüğü ve her tür verinin parmağımızın ucunda olduğu bir zamandayız. Buna bağlı olarak ortaya çıkan sonuçlardan biri de bilginin, kolay ulaşılan ve çok bulunan her şeyin değerini yitirdiği gerçeğinden payına düşeni alması oldu. Üstelik sadece bilgi değil, bilgiyle ilişkili pek çok kavram ve süreç de bundan aynı biçimde etkilendi. Mesela bilgi kavuştuğu zihinde kuru kalabalık olmaktan öteye geçebiliyor mu? Bunca bilgiye sahip olmak insanı her duyduğuna kulak kabartmaktan ve her konuşanın peşine takılmaktan neden alıkoyamıyor? Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse; bu kadar şey biliyorken kendimize ve diğerlerine dair anlamlı bir bakış açımız, emin olduğumuz bir mevkimiz ve esas alınacak ilkelerimiz neden yok?
Her Şeyden Biraz
“Her şeyden bir şeyler bil ve bir şeyin her şeyini bil.” Büyük ihtimalle sorularımızın cevabı, yıllardır faydalı olduğunu sanarak yaydığımız bu tavsiyede saklı. En başta her şeyden bir şeyler bilmenin ve bir şeyin de her şeyini bilmenin imkanını tartışmak gerek. Ardından bunun gerçekten gerekli olup olmadığını... Aslında her şeyden bir şeyler bilme fikri kulağa hoş geliyor. Ne var ki biz bunu olması gerektiğinden başka bir yöne, ne yazık ki malumatfuruşluğa çevirmiş durumdayız. Kültür, sanat, edebiyat, teknik gibi farklı başlıklarda fikir alışverişinde bulunabilen donanımlı insanların çoğalması beklenirken, her konuda yüzeysel bilgiyle oyalanan ve ayağı yere basmayan fikirlerle iş öğreten bilgiçler olmakla yüzleştik. Bahsi geçen tavsiyenin amacı bu değilse de, neticesi bu oldu.
Eskiden talebeler öğrenmeye nereden başlamak gerektiğini sorarlardı. Galiba şu manzarada öğrenmeyi nerede bırakacağımızın peşine düşmeliyiz. Zira istemli istemsiz maruz kalınan bilgiler dolayısıyla sürekli öğrenme hali içinde bulunmak, gerekli bilgilerle gereksiz bilgiler arasında ayrım yapma fırsatını elimizden alıyor. Aynı şekilde gerekli bilgiler arasında da önceliğe göre bir sıralama yapılması mümkün olmuyor. Öğrenme sürecimiz herhangi bir amaca yönelik olmadan, hatta bizim kontrolümüz dışında gerçekleşiyor.
Beş Dakika Ara
Onca eğitim, konferans, ders ve atölyeden sonra edindiğimiz bilgiler hala zihnimizdeki ve kalbimizdeki karışıklığa çekidüzen vermemişse, durup biraz düşünülmesi gereken nokta burasıdır. Öğrenmek için soluk almadan oradan oraya koşturmayı biraz da övünerek “bilgi açlığı” şeklinde romantize etmeden önce, bu açlığın neden bir türlü geçmediğini konuşalım. Abur cubur yiyen çocukların günün sonunda beslenme ihtiyaçlarının karşılanmamasından bir farkı var mıdır bunun? Çok bilmek, her şeyden haberdar olmak tek başına fazilet değildir. Bildiklerimiz ve haberdar olduklarımız kendimize ve topluma anlamlı bir katkı olarak geri dönüyorsa faziletlidir. İhtiyaç duyduğumuz değişimi gerçekleştirmeye yardımcı olmayan bilgiler ve öğrenme ortamları vakit kaybından öteye gidemez. Ömrümüz her şeyi öğrenmeye yetecek kadar uzun değil. Kısıtlı süremizi etkin kullanmak için öncelikle “neyi bilmemiz gerektiğine” karar vermeliyiz. Bunun üzerinde düşünüp taşınabilmek için de ilk olarak “sürüklenircesine öğrenmeye” kısa bir ara vermeliyiz.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:215 s.58