Dini eğitim söz konusu olduğunda, hemen hepimiz ilk olarak “Çocuklara ibadet eğitimi ne zaman ve nasıl verilmeli?” sorusunun cevabını arıyoruz. Fakat öncelikle ibadet kavramını doğru anladığımızdan emin olmalıyız. Neyin eğitimini vereceğimizi bilmezsek, onunla ilgili en doğru yöntemleri biliyor olmanın bir anlamı kalmaz.
İbadet, kullanımda bir genel bir de özel anlamıyla ele alınabilir. Zariyat suresi 56. ayet-i kerimede Allah Teala, mealen “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yarattım” buyurmuştur. Burada “kulluk” olarak çevrilen kelimenin aslı, ibadettir. İbadet kavramına ulema şöyle öz ve derin bir açıklama getirmiştir: “İbadet Allah’ı tazim ve mahlukata şefkat ve merhametle muamele etmektir.”
Biz ibadet deyince ilk olarak namaz, oruç, zekat sorumluluklarını hatırlarız. Oysa ibadet bunları da kapsayan fakat bunlarla sınırlı olmayan çok daha geniş bir manaya sahiptir. Açıklamada da görüldüğü üzere ibadetin bir yüzü Yaratıcıya diğer yüzü de yaratılanlara bakmaktadır. Yaratıcıya karşı sorumluluklarla beraber yaratılan varlıklara karşı sorumlulukları da kapsamaktadır. Öyleyse temelde ibadet eğitiminde çocuğun iki konuda bilinçlenmesi esas olmalı. Çocukta Yaratıcıya karşı saygı ve sorumluluk duygusunu geliştirmek bu eğitimin ana hedefidir. Ayrıca yaratılan varlıklarla irtibatını, şefkat ve merhamet duygularını merkeze alarak şekillendirmesi de diğer ana hedeftir.
Görüldüğü üzere daha ziyade davranış olduğu düşünülen ibadetlerin eğitimi evvela duyguların eğitimi ile başlıyor. Duygu eğitimi dediğimiz hususun aslında ahlak terbiyesine mukabil olduğu söylenebilir. İslami eğitimde insanın eğitiminin merkezinde ahlakının kemale erdirilmesi hedefi vardır. Kamil ahlaka sahip bir müminin zaten Yaratıcıya ve yaratılanlara karşı sorumluluk duygusu ile hareket edeceği aşikardır. Kamil ahlakı ise dengeye oturmuş duygular olarak tarif etmek yanlış olmaz. Bunu bir örnekle açıklayalım. Bir çocukta veya gençte olmasını arzu ettiğimiz erdemlerden biri hayadır. Fakat bu duygu dengedeyken ona haya denir. Bunun ifrat derecesi sıkılganlık, tefriti ise utanmazlıktır. Veya cesaret duygusu dengedeyken “erdem” olarak anılır. Bunun aşırılığı kişiyi ahmakça tehlikeye atılmaya sevk eder, azlığı ise korkaklıktır. Örnekleri bu şekilde çoğaltmak mümkün. Hepsini özetleyen bir kavram ararsak ulaşacağımız sonuç ise adalettir. Biz adalet kavramını mahkeme salonlarına has kullanmayı adet edindiğimizden, kavramın bireysel ve sosyal yaşamımızı kuşatan merkezi rolünü yeterince idrak edemiyoruz. Akılda kalıcı olması için diyebiliriz ki kamil insan, adil insandır. Yani o, bireysel özelliklerini adalete kavuşturacak şekilde eğitilmiş ve bunun sonucu olarak davranışları da adaletli olan kimsedir.
Sorumluluk Bilinci Duyguların Dengede Olmasıyla Mümkün
“Davranışlarda adalet” dediğimiz zaman hemen ibadet kavramının açıklamasını hatırlamamız uygun olur. Kısaca “Yaratıcıya ve yaratılanlara karşı sorumluluk duygusu içinde hareket etme” anlamındaki ibadet, bireyin adalet üzere dengeye oturmuş ahlakının kaçınılmaz sonucudur. O zaman bir kimse Yaratıcıya ve yaratılanlara karşı sorumluluklarının farkında değilse veya farkında olduğu halde bunları yerine getiremiyorsa diyebiliriz ki o kimsenin ahlak terbiyesi noksandır. O kimse henüz kamil ve adil değildir. İbadetin tam da burada ilginç bir başka yönüne dikkatinizi çekmek isterim. O da bizim daha çok vakıf olduğumuz günlük kullanımıdır. Yani ekseriyetle bedeni-mali dini davranışlara müteallik kısmı. Namaz kılmak, oruç tutmak, zekat ve sadaka vermek, haramlardan kaçınmak… Bunlar olgunlaşmamış insan için imkansız değil fakat bir miktar zorlayıcı sorumluluklardır. İşte ibadetlerin bu zorlayıcı özelliğinin bir amacı vardır. Henüz sahip olmadığımız adalet vasfına bizi ulaştıracak olan, bu zorluktur. İfrat ve tefrit halindeki duygularımız, kendilerini desteklemeyen hatta körleştiren bu ibadetleri yapa yapa bulundukları yerden denge konumuna yaklaşırlar. İbadetin bize zor gelmesi duygularımızın dengede değil ifrat veya tefritte olmasındandır. Kamil insanların ibadetten lezzet almasının sebebi de onların duygularının dengede, vasıflarının adalet üzere olmasıdır.
Tüm bunları dikkate alarak konuyu özetlemek yerinde olur. Çocuklarımızın ibadet eğitimi iki yönlüdür. İlki ahlak eğitimi ile çocuğun ibadet edebilecek vasıflara sahip olmasını sağlamak, ikincisi ise ibadetler ile onun ahlak eğitimine katkıda bulunmaktır. İbadet ve ahlak arasında böyle iç içe geçmiş bir ilişki vardır. Bunu güzelce kavramadan çocuğa ibadet eğitimi vermek mümkün değildir. Namaz alışkanlığı kazandırmak, onu Ramazan ayında oruç tutmaya teşvik etmek gibi konular buzdağının görünen yüzü olarak tasvir edilebilir. Suyun altında onun bir insan olarak yaratılış gayesine uygun vasıflara kavuşturulması gibi büyük ve çok önemli bir gaye bulunmaktadır.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:179 s.24