Görüş Bildir

Derviş Devlet

Derviş devlet Osmanlı. Dervişlerin topluma katkıları.

Devletlerin de kimliği ve karakteri vardır; varlık felsefeleri ve bu çerçevede vücut bulan icraatları ile kendilerini belli ederler. Bu hususta kimi, maddi unsurlar etrafında menfaat üzere şekillenirken kimi de kalbin ekseninde döner. Sinesine İ’la-yı Kelimetullah’ı yerleştirenler nadirdir, tıpkı Devlet-i Aliye gibi… Osmanlı, bu nadide özelliğiyle “Derviş Devlet” diye nam almıştır.


Tahta Kılıçlı Dervişler

 

Bugün isimlerini bir vesile ile bildiğimiz tasavvuf ehli pek çok alim ve arif Büyük Selçuklu döneminde yetişmiş ve devamında Anadolu Selçuklu döneminde birer tasavvuf mektebi piri olarak dinimize hizmet etmişlerdir. Malazgirt Muharebesi’nin ardından Anadolu’nun yavaş yavaş yurt edinilmesinde, gaza ve cihat ruhuna sahip Anadolu ve Horasan erenlerinin, Anadolu Ahilerinin etkisi aşikardır. Maiyetindeki bir avuç mürit ile düşmana karşı çıkan, kaleler alan, fethi gerçekleşen yerlerde gönül diliyle İslamiyeti yayan bu mücahit mutasavvıflar halk arasında “tahta kılıçlı dervişler” olarak kabul edilmişlerdir. Bir yandan mücadeleye bizzat iştirak ederek askerlere cihat ruhunu kazandıran bu alperenler, diğer yandan sosyal düzeni sağlamaya çalışmış; toplumun ilmen, ahlaken ve meslek boyutunda gelişimine katkı sağlamıştır.

Hem bu coğrafyayı hem de teşekkül eden manevi mirası gönül rızasıyla devralan Osmanlı Devleti’nin kurulmasında ve gelişmesinde bu arif şahsiyetlerin rolü büyüktür. Böylece tasavvufi neşeyi tadan Osmanlı ricali, pek çok mürşidi ve tekkeyi bağrına bastı. Karşılıklı olan bu bağı kuruluş evresinde olduğu gibi sonraları da pek çok olay besledi. “Tahta kılıçlı dervişler” denen zevatın izini takip edenler, Birinci Dünya Savaşı’nda ve Kurtuluş Savaşı’nda yine gaza ve cihat ruhu ile mücadele ettiler. 47 Mevlevihane’den ve 1026 kişiden oluşan Mücahidin-i Mevleviyye Alayı, silah sevkiyatının yapıldığı, pek çok mebusun misafir edildiği, yaralıların tedavi edildiği Üsküdar Özbekler Tekkesi ve Şeyh Ata, silah kaçırma sırasında silahları saklamak için tabutları kullanan Hatuniye Dergahı ve Şeyhi Sadeddin Ceylan Efendi, merhum Mehmet Akif Ersoy’un Ankara’ya her gidişinde uğradığı yer olarak bildiğimiz Taceddin Dergahı bu mücadeleye destek verenler arasındaydı.


Hırka Altında Sultanlar

 

Selçuklular döneminde faal olan Evhadüddin Kirmani, Mevlana, Sadreddin Konevi, Hacı Mübarek Haydari, Yunus Emre gibi sufiler nasıl devlet erkanı tarafından himaye edilmişlerse, Osmanlı döneminde yaşamış sufiler de bu muhabbet ve himayeden nasiplerini almışlardır. Zira her ne zaman bir Osmanlı padişahından söz açılsa beraberinde Şeyh Edebali’nin, Emir Sultan’ın, Somuncu Baba’nın, Geyikli Baba’nın, Hacı Bayram-ı Veli’nin, Aziz Mahmud Hüdayi’nin, Sünbül ve Merkez Efendilerin, Akşemseddin gibi zevatın adının geçmesi boşuna değildir. İslamiyet’in yayılmasında ve pratiğe dökülmesinde gayreti olan tasavvuf ehli bu şahsiyetler Mevlana’nın deyimiyle, “hırka altındaki sultanlar” olarak desteklenmişlerdir.

Buna rağmen gönül sultanlarının gördüğü bu destek ve himaye onları devlet adamları gibi icraat etme sevdasına yöneltmemiş, kendileri her zaman merkezi otoriteye bağlı kalmışlardır. Bursa’nın fethine katılan Geyikli Baba’nın Orhan Gazi’ye hitaben söylediği, “Bu durumda sizler serhat askeri, bizler de dua askeriyiz. Zaferler, dua askerleri ile serhat askerlerinin müşterek gayretleri neticesinde elde edilir” sözleri Osmanlı sultanları ile dervişler arasındaki gönül birliğini ve riayet edilmesi gereken sınırları ortaya koymaktadır.


Dervişlerin Topluma Katkıları

 

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yaygınlaşan tekkeler, dervişlerin bir araya geldiği, kamil manada insan yetişmesi için dini ve ahlaki eğitimin verildiği yerler olmakla birlikte yolcuların yatılı kalabildikleri, yemelerinin içmelerinin karşılıksız bir şekilde sağlandığı önemli mekanlardı. Osmanlı topraklarının yaygın tarikatlarını; Halvetiyye, Nakşibendiyye, Mevleviyye, Bektaşiyye, Kadiriyye, Bayramiyye ve Rifaiyye olarak zikredebiliriz. Her birinin terbiye metodu farklı olmakla birlikte sosyal, kültürel ve ekonomik yönden topluma katkıları ortaktır.

İnsanlık vasfını suretten ibaret görmeyip sirete yerleştirme maksadı güden tasavvufun toplumun en üst tabakasından en alt tabakasına kadar etkili olmasının nedenlerinden biri de devlet ricalinin yani Osmanlı sultanlarının ta gençliklerinden itibaren tasavvuf kültürü içinde yetişmeleridir. Öyle ki Yavuz Sultan Selim’e “Padişah-ı alem olmak bir kuru dava imiş / Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş” sözlerini söyleten, tasavvufi gönülden başkası değildir. Devletin başındakilerin bu tavrı haliyle halkın gözünden kaçmamış, halkta da bu yönde meylin oluşmasına zemin hazırlamıştır.

Böylece henüz kuruluş aşamasında pek çok köyde bulunan ahi zaviyeleri ile hem mesleki hem de ahlaki açıdan yetişen insanlar hızla artmış; sarraflar tekkesi, bezzazlar tekkesi, debbağlar tekkesi gibi meslek kuruluşları oluşmuştur. Çırak, kalfa, usta hiyerarşisi işleyişine sahip olan bu meslek örgütleri Osmanlı döneminde yerini loncalara bırakarak ekonomiye katkılarını devam ettirdiler.

İlahi neşe ve güzellik arayışları tekke erbabını kültür ve sanatta da etkin kılmış, tekkeleri ustaçırak yöntemiyle öğrenci yetiştiren sanat atölyeleri haline getirmiştir. Hasılı şunu söylemek mümkün görünüyor; Allah Teala’yı tanıma ve bilme noktasında tasavvuf ile hemhal olmuş alim ve ariflerin halleri, toplumun bütün kesimine sirayet etmiştir. Böylece toplumu oluşturan her bireyin insani yönü galip gelerek Osmanlı Devleti bütün medeni unsurlarıyla zirvede bir devlet olarak anılmayı hak etmiştir. Zira Batılı tarihçi Pall Wittek’in Osmanlı’yı değerlendirirken “Derviş Devlet” tabirini kullanması ancak bu bakış açısıyla anlam kazanmaktadır.


Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Huriye Karnap - Semerkand Aile Dergisi Sayı:167 s.12



nizami hayat logo