Bir İhtiyaç Olarak Yalnızlık
Çaresiz Ev Kadınları isimli dizideki beş çocuklu karakter Lynette Scavo’nun burasına gelmiş ve arkadaşına yaşlı gözlerle haykırmıştı: “Çok yalnızım, öylesine yalnızım ki… Ama asıl sorun şu ki asla yalnız olmamam!” Yalnız, yapayalnız olma ama yalnız kalamama halini tüm doğallığı ile aktaran sahnelerden biridir bu.
Etrafında sürekli kalabalık bulunan ancak ruh arkadaşı olmayan bir annenin yalnız kalma ihtiyacı... Kendisini kimsenin anlamadığını düşünen bir ergenin odasının kapısını kapatıp yalnız kalma ihtiyacı... Sanatkarın içindeki sanatı ortaya çıkarabilmesi için duyduğu yalnızlık ihtiyacı... Öğrenme sürecindeki insanın kendisiyle kalma gerekliliği…
İnsanın, ömrünün farklı zamanlarında ihtiyaç duyduğu yalnızlık, bazen bir adım öteye gidebilmesi için en elzemidir. İnsanın kendisine geri dönüp parçalarını tamir etmesi, onları eline alıp vecd ile incelemesi ve yine yerine yerleştirmesi, kendisini yeniden inşaa etmesi ve ruhunu dinlendirmesi için ihtiyacı olan pek tabii bir insan olma halidir. Nitekim iç dünyasına yönelip tefekkür ile edindiği o hali ruhuna gıda olarak verebilen insanlar, var oldukları dünyayı özleriyle temaaşa etmeyip kendilerini süregelen bir sosyalleşmeye maruz bırakan insanlara nazaran daha sükunetli bir yolculuktadırlar.
Son yıllarda her köşe başından, dergi kapağından, psikologların Instagram paylaşımlarından fırlayıp yüzümüze çarpan “mindfulness” kavramı, “bilinçli farkındalık” halini tecrübe etmenin gerekliliğiyle tanıştırıyor bizleri. Bizcesi tefekküre karşılık gelen faydalı yalnızlık, bilinçli farkındalık ile yaşamayı öğrenmemizi salık veriyor. Bilinçli farkındalık anından paylaşılan postlar ile gerçekten “an”da kalabilmek durumu arasında ise ironik bir korelasyon var. Hiç sıkılmadan, kendileriyle kalmayı tecrübe etmeden büyüyen çocuklarımıza an’da kalabilmeyi öğretmeye çalışıp onları “mindfulness” aktivitelerine katmaya çalışırken, her defasında daha fazla bilgi bombardımanına tutuyoruz kendimizi. Oysa asıl bilmenin yalınlaşma ve arınma ile bir ilgisi var, bu noktada kaçak veriyoruz.
Hangi Yalnızlık?
İnsan her anında yalın olmak üzere yaratılmamıştır; sosyal bir varlıktır, etkileşimle ve ilişkiyle büyür. Yalnızlık kelimesinin kendine has olumsuz bir tınısı olsa da, yalnızlık insanın hayatındaki bir sonraki merhaleye geçebilmek, içindeki asli kaynağa ulaşabilmek için ihtiyaç duyduğu olumluya dönüşebilen bir durum olarak değerlendirilebilir. İnsanın kendini keşif yolunda en çok ihtiyacı olan şey belki de yalınlaşmak ve tek başınalığı hissetmektir. Prof. Dr. Kemal Sayar, “yalnızlık” ve “tek başınalık” arasında bariz bir çizgi olduğunun altını çizer. Öyleyse iki türlü yalnızlık vardır; biri maruz kalınmış yalnızlık, diğeri de iradi yalnızlıktır ki Sayar bunu yalnızlıktan ziyade “tek başınalık” olarak değerlendirir. Burada kişi iradi bir yalnızlaşmayı seçer, gurbette hissedilen o yalnızlık halinden çok daha farklı bir haldir bu. Çünkü maruz kalınmış yalnızlık; şifasını aradığımız, bağ arayışı içerisinde olduğumuz bir illet gibi düşünülebilir. İradi yalnızlıkta ise insanı kendisine yaklaştıran, yaratıcı ile kurduğu bağa yakınlaştıran bir hal vardır. İnsanın özünde Allah’ın yarattığı bir harika olma durumu var ise bunu ancak kendi içine bakış ile kavrayabilir kişi. Bu bakış, tefekkürlü bir yalnızlıkla sağlanabilir.
Neden Yalnızlıktan Kaçarız?
Her insanın yaradılışı muhakkak farklıdır ve bazı insanlar mizaç tipi olarak yalnız kalabilmeye daha yatkınlardır. Popülerliği seven mizaç yapısında, insanlara daha fazla ihtiyaç duyulurken, içe dönüşü önemseyen ve kendi ile kalmakta bir beis görmeyen insan için yalnız kalamamak bir sıkıntı haline dönüşebilir. Enneagram mizaç ve kişilik uzmanı İsmail Acarkan, yalnızlıktan kaçmanın kişinin başbaşa kalmaktan kaçındığı “boş ve kötü kendilik” ile ilgili olduğunu belirtir. Kişi kendini “gelişebilecek bir bilinç ve farkındalık, yaşadıklarını sindirmesi gereken bir varlık, kendi içsel potansiyelini ortaya çıkarma sorumluluğu duyan bir değer” olarak gördüğü oranda yalnızlığa ihtiyaç duyar ve yalnız kaldığı zamanlar geliştirici olur. Acarkan, insan-ı kamilin (yani normal insanın) özgüveni-benlik saygısı olmadığını, kendindeki Allah’a güveni ve kendindeki ilahi nefese saygısı olduğunu söyler. “O normal insan” yalnızlık çekmez, yalnız kalmaz, yalnızlıktan kaçmaz. Çünkü o, “yalnız olmak-yalnız kalmak” diye bir şeyin imkansız olduğunu bilir ve yaşar. Allah’ın ona şah damarından daha yakın olduğunu tecrübe ettiği için hiçbir yerde, hiçbir durumda, hiçbir şekilde “yalnız” olunamayacağını, bunun “imkansız” olduğunu müdriktir.
Kendi İçimize Yönelebildiğimiz Kadar İnsanız
Yaşadığımız çağ itibariyle ile her şeyden her an haberdarız ve tüm bu bilgi bombardımanı altında biraz kendi halimize kalmaya; TV, telefon, tablet, bilgisayar ekranlarından hatta kitap okumaktan bile uzaklaşarak yalnız kalmaya ihtiyaç duyuyoruz. Bu ihtiyaç sağlıklı kararlar verebilmek, kendimizi tanımak, ne için yaşadığımızı düşünmek, kulluğumuzun aslında ne anlama geldiğini görebilmek, arınmak ve insan kalabilmek adına oldukça önemli.
Klasiktir ve hep tekrar edilir; insan yalnız doğar ve yalnız ölür. Her doğum bir tek başınalık halini beraberinde getirir, ölüm de tek başımıza yaptığımız bir diğer yolculuğun başlangıcıdır nitekim. Doğum kanalından sancılar içerisinde geçiyoruz bu tarafa ve yine ruhun kabzedilmesinde duyduğumuz acı ile öte tarafa gidiyoruz tek başımıza. Tüm bu süreçler dahilinde ilişkileri tecrübe ediyoruz ve insan olmanın ağırlığını hissederken, ilişkiler içerisinde harmanlanmışken, ancak kendi içimize yönelebildiğimiz kadar varlığımızı ve amacımızı hissediyoruz. Varlığımızı anlayabilmek bizi yaradan ile kurduğumuz ilişkiye götürüyor. İşte bu, maruz kalınmış bir yalnızlık hali değildir, gurbette hissedilen iç kavurucu bir yokluk hissi ise hiç değildir. İnsanın içerisinden başka bir “ben” çıkarabildiği, kemale giden yolda adımlar atabildiği bir yalnızlıktır ki “insan olma” ihtiyacından kaynaklanmaktadır.
Maruz kalınmış yalnızlıkta ise insan insana susar. Çevresindeki insan sayısı ile ilgili değildir bu durum, bizi anlayan tek bir insan olduğunda o alarm durumu son bulur. “En uzun yalnızlık, iki kişinin arasındaki yalnızlıktır” denmiştir. İlişkilerdeki yalnızlıklar karşılıklı anlayış eksikliğinden kaynaklanır ve o ilişki içerisinde iyileşmedikçe insan yalnızlaşır.
Yalnızlık Hali Dengede Yaşanmalıdır
Meryem Selva Arslan - Psikolog:
Sosyal nörobilimci John Cacioppo yalnızlığın buzdağından farksız olduğunu, görünenden çok daha derine indiğini savunur ve haklıdır da. Cacioppo yalnızlığın bulaşıcı, kişiye miras kalan, her dört kişiden birini etkileyen ve erken ölümleri %20’ye kadar artıran bir olgu olduğunu savunur. İyi haber ise sorunun çözülebilir olmasıdır. Cacioppo’nun bahsettiği yalnızlık, kişinin istemeden içine düştüğü tek kalma halidir. Kendisini anlayacak tek insanın bile bulunmamasıdır. Özellikle Batı toplumlarında üzerine çalışmalar yapılan bir ruhi buhran halidir. Kişi zaman zaman böyle bir yalnızlığın içerisine düşebilir. İnsanın iradi yalnızlığında ise şifalandırıcı bir hal mevcuttur. Kendilik algısı üzerinde çalışır insan, yapılandırılmış bu yalnızlık halinde. Kendisine ayırabildiği, içine ayna tutabildiği yalnızlık hayatta dengesini sağlayabilmek için, çapasını sağlam tutabilmek için belki de en çok ihtiyaç duyduğu bir ilişki türüdür. Kişinin kendisiyle olan ilişkisi üzerinde çalıştığı anların toplamı olarak da değerlendirilebilir bu zaman dilimi. Yalnızlık bir ihtiyaç olarak bilinçli değerlendirildiğinde, kişiye olumlu katkıları muazzam olan çok kıymetli bir süreçtir.
Tabii bu yalnızlık hali dengede yaşanmalıdır. İnsanın kişisel alanı ne haddinden fazla meşgul edilmeli ne de bu alan haddinden fazla yek bırakılmalıdır. Bu dengeyi korumak için elbette alınabilecek önlemler var. Dayanıklılığı koruyucu, güçlendirici ve geliştirici hayat biçimini, kriz ve tükenmişlik gelip kapıyı çalmadan önce hayatın bir parçası haline getirebiliriz örneğin. Eylemler, ancak yaparak alışkanlık haline gelecektir. Beden-zihin-ruh bütünlüğünü dengeleyebildiğimiz, kendimize ve sevdiklerimize nefes alacak fırsat ve alanlar yaratmaya başlayacağımız zamanlarda şekillenecektir bu denge.
Farkındalık, tek başına bir terapi değil; bir yaşam biçimidir. Farkındalık size zihinden bedene inmeyi öğretir, dolayısıyla duygulara ve var olan bilgiye erişmenin yolunu gösterir. Beden, o çok zorlandığımız sınırlar hakkında derin bilgiler sunar. Bedeninin sinyallerini yargısız, iyi/kötü diye etiketlemeden, olduğu gibi dinlediğinde gerçekten sıkıntısını hafifletici bir şeyler olduğunu fark edebilir insan. Nefese dikkatini vermek çapa olduğunda, her yerde her an kendini düzenlemesi mümkündür insanın. Faydalı yalnızlık, tam olarak bu sinyalleri izleyebileceğimiz bir alandır. Kendini fark etmek ile ilgili, kendini keşfetmek ile ilintilidir. İnsan bu sebepten yalnızlığa ihtiyaç duyar. Duygularını fark etmek, özünü görebilmek ve kendisini regüle etmek, akışa senkronize olabilmek için insanın kendiyle kalabilmeye ihtiyacı vardır. Bu bazen bir dakikada olabilir, bazen birkaç gün sürebilir. Yaşanılan olaylar ve ihtiyaçlar dahilinde belirlenebilir yalnız kalma miktarı. Çocukları ufak bir anne için bu, günde on dakika olabilir; iş-trafik-ev üçgeninde baskı duyan bir erkek için yarım saatlik bir süreç olabilir. Yeter ki sağlıklı kalabilmek için az da olsa yalnız kalabileceğimiz, hiçbir şey yapmadan iç sesimize yönelebileceğimiz zamanlar belirleyelim. Çünkü ancak bu zaman dilimlerinde olayları sindirebilir, özümseyebilir ve daha yüksek bir kişilik bilinci ile hayata devam edebiliriz.
Çocukların Da Yalnız Kalmaya İhtiyacı Var
Meryem Selva Arslan - Psikolog:
Çocuk ve gençlerin her anını önceden tasarlanmış aktiviteler ile doldurmak çocuğun kendini keşfini kısıtlayacaktır. Can sıkıntısı olarak dile getirilen o zaman dilimleri yapılandırılmış zamanlardan çok daha şifalı olabilir çocuklar için. Yalnız kaldığı zaman çocuğun hayal gücünü hayata geçirmesini, kendi kendini tanımasını, tek başına veya kardeşleri var ise onlarla birlikte oyun kurabilmesini sağlar. Sahici bir çocukluk yaşamış, “hayal kurmayı becerebilen” yetişkinler, en çok tek başına kalmayı ufak yaşlarda keşfedebilmiş bireylerden oluşur.
Prof. Dr. Ziya Selçuk, çocukların çağa yalnızca tasarım-beceri atölyeleriyle hazırlandığını belirtiyor ve sokakta köşe kapmaca oynayabileceği halde tabletle oynayarak, ağaca tırmanabileceği halde videosunu izleyerek zaman geçiren çocukların önlem alınmazsa geleceğin sadece “mış gibi yapan” yetişkinlerinden olacağının altını çiziyor. Bu konuda oldukça haklı; günümüz insanı medyayla lanse edilen yüksek standartlı hayata ulaşabilmek adına, çocuğunu hayata bir yarış içerisindeymişçesine hazırlıyor. Sayısız aktivite ve atölyeye koşturan çocuklar tek başlarına bırakılmaya tahammül edemez veya ne yapacağını bilemez hale geliyor. Oysa yapılandırılmış aktivitelerden birkaçını seçerek çocuğa tek başına keşifler yapabileceği, oyun kurabileceği zamanlar hazırlamak çocuk gelişimi için çok daha sağlıklıdır. Hayat farklı dengeleri barındırır ve bu süreçte çocuk için en önemli faktör kendini tanıyabilmesidir. Kendini tanıma eylemi ise sürekli bir yuvarlanış hali içerisinde fark edilemeyecek kadar hassas ve önemlidir. Bunun bilinci ile yetişen çocuk, anne babasının sınır duygusunu da daha kolay tanıyacak ve saygı duyabilecektir. Her ailede anne babanın birey olarak ihtiyaç duyduğu kişisel sınırlar, çocuk tarafından da özümsenebilecek, bu zaman dilimleri bireylerin serbestçe büyüyüp gelişebilecekleri alanlar olarak tasarlanabilecektir.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Afra Arslan - Semerkand Aile Dergisi Sayı:168 s.06