Görüş Bildir

Ayasofya Neden Bu Kadar Özel Ve Önemli?

Ayasofya’nın önemi. Ayasofya’nın Türkiye ve Müslümanlar için önemi. Ayasofya neden özel ve önemli.

Tarihî kayıtlara göre milattan sonra 4. yüzyılda katedral olarak inşa edilen Ayasofya, on beş asırdır -ecdadımızın gayretleriyle- ayakta kalan dünyanın en önemli eserleri arasında yer alıyor. Ayasofya’yı bu kadar önemli kılan hususlar arasında sahip olduğu büyük kubbesiyle Bizans mimarisinin en önemli simgelerinden birisi olması, sanat ve mimarlık tarihi açısından en özel eserlerden sayılmasını gösterebiliriz. İlk olarak pagan mabetlerin üzerine inşa edilen bu katedral, İstanbul’un fethiyle kılıç hakkı olarak camiye çevrilir. Daha sonra Osmanlı’nın ünlü mimarlarının dokunuşlarıyla ayakta kalmaya devam eder. Dünyanın en eski katedrali olan Ayasofya, 16. yüzyılda yapımı tamamlanan Sevilla Katedrali bitene kadar yani neredeyse on asır boyunca dünyanın en büyük mabedi özelliğini de korudu. Bugün içinse yüzölçümü bakımından dünyada dördüncü sırada yer alıyor. Yapının mimari olarak inşasını zor hatta imkânsız kılan özellik, dikdörtgen bir bina üzerine kubbenin yapılması planıydı.

Dikdörtgen bina üzerine büyük kubbe planı aslında İmparator Justinien’in üzerinde ısrar ettiği bir konuydu. Bu noktada şunu sorabiliriz, neden İmparator Justinien Ayasofya mimarisinde dikdörtgen yapıda ve kubbede ısrar etti? Bu sorunun cevabı aslında Ayasofya’nın hem dinî hem de mimari anlamda taşıdığı güçlü sembolizm nedeniyledir. Burada bahsettiğimiz sembolizm “dünyevî / politik” ve “ruhî” olarak iki açıdan ele alınabilir. Meselenin bu kısmı kavrandığı zaman bugün cami olarak yeniden açılan Ayasofya üzerinden Avrupa’nın aslında neden ayağa kalktığını, Papa’nın neden “acı çekiyorum!” dediğini de anlarız. Hıristiyan dünyasının hem politik hem de ruhî olarak önemli kabul ettiği Ayasofya, cami olduktan sonra müslümanlar için de ayrı bir öneme sahip olmuştur.

Ayasofya neyi sembolize ediyor. Ayasofya’nın dünyevî ve politik sembolizmi.

Ayasofya’nın Dünyevî ve Politik Sembolizmi


Batı dünyası açısından Ayasofya’nın dikdörtgen yapı olarak kubbeli inşa edilmesinin dünyevi / politik nedeni aslında Süleyman Mabedi’ne bir göndermedir. Bunun yanında geleneksel kilise öğretisine göre ilk inşa edilen bazilikalar da mimari olarak dikdörtgendi. Kubbenin de bir Roma buluşu olduğunu düşünürsek mesele biraz daha açıklığa kavuşmuş olur. Roma’da bulunan Pantheon, pagan Roma’nın en önemli tapınağıydı. Bu anlattıklarımızdan ortaya çıkan sonuç şu oluyor: Hıristiyanlığın Musevî temelleri yapının şeklinde, Roma temelleri ise kubbede görülür. Kısacası Ayasofya için Batı gözüyle baktığınız zaman karşınıza yeni bir Pantheon çıkar. Süleyman Mabedi’nden devam edecek olursak aradaki benzerlikler bize dünyevi / politik sembolizmi daha net olarak verir. Örneğin Süleyman Mabedi, temel planlamasında üç ana kısımdan oluşuyordu. Kadınlar Avlusu da denen Dış Avlu, Kutsal Alan ve En Kutsal Alan. Buradaki Kutsal Alan, kâhinlerin ritüeller, ibadetler, kurban ve sunu için hazırlıklar yaptığı bir yerdi. En Kutsal Alan dediğimiz üçüncü kısım ise tapınaktaki en özel yerdi ve oraya neredeyse kimse giremezdi. Yılda bir kez ve sadece baş kâhin (hahambaşı) girebilirdi. En Kutsal Alan’ın herkese kapalı olmasının nedeni, inanışa göre Tanrı’nın kutsal ruhunun bulunduğu alan olmasıydı. O nedenle baş kâhin, yılda bir kez buraya girer ve halkının günahlarının affını isterdi.


İşte Ayasofya’da mimari açıdan Süleyman Mabedi gibi üç kısımdan oluşuyordu: Dış Narteks, İç Narteks ve Naos da denilen En Kutsal Alan. İki yapının planlarını karşılaştırdığınız zaman alan boyutlarının birbirine zıt olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Mesela Süleyman Mabedi’nde bulunan dış avlu en geniş alanı oluşturur. Bu alanın Ayasofya’daki karşılığı olan alan ise en küçük kısımdır. Süleyman Mabedi’ndeki Kutsal Alan biraz daha küçük, Ayasofya’da rahiplerin hazırlık yaptıkları İç Narteks ise biraz daha büyük bir bölümdür. Süleyman Mabedi’nde En Kutsal Alan en küçük bölümü oluşturur. Ayasofya’da bu alanın karşılığı olarak yapılan En Kutsal Alan yani Naos ise bu yapıdaki en büyük bölümdür. Naos dediğimiz alanın Süleyman Mabedi’ndeki karşılığından daha büyük yapılmasının nedenini hıristiyanlar, İsa’nın çarmıhtaki sözde ölümü üzerine En Kutsal Alan’da bulunan perdenin yırtılmasına bağlarlar. Böylece insanla Tanrı arasında bulunan engelin kalktığına inanırlar. Kısacası Kutsal Ruh artık insanlardan izole değildir, bunun tersine diriliş bayramında insanlarla tek parça olan bir varlıktır. Yani Süleyman Mabedi’nde En Kutsal Alan’a sadece başkâhin girebilirken -ki o da yılda bir kez- hıristiyanlar Ayasofya’da bulunan bu alana kutsal ruh aracılığıyla giriyorlar.

Ayasofya hristiyanlar için neden önemli. Ayasofya müslümanlar için neden önemli.

Ayasofya’nın Ruhî Sembolizmi


Ayasofya’nın kubbesinde görünen yuvarlak şekil hıristiyanlara göre sonsuzluğun sembolüdür. Bir anlamda da ölümsüzlüğü sembolize etmektedir. Kubbenin kare planda oturması ise sınırları sembolize ediyor. Buradaki semboller yine Süleyman Mabedi’nden alınıyor aslında. Kudüs’te bulunan bu mabed, güya, Tanrı’nın kutsal ruhunun bulunduğu, Tanrı’nın halkıyla bir arada yaşadığı, yerin ve göğün birleştiği yerdir. Matta İncil’inde geçen ifadelerden yola çıkarak yerin ve göğün birleştiği yer olduğu düşünülen Ayasofya, hıristiyanlar için bu açıdan önemli bir sembolizm içerir. Orijinal kubbenin merkezinde İsa’nın tahtından aşağı baktığı bir mozaik görülür. Kubbenin kemerlerle birleştiği üçgen bingiler üzerinde, hıristiyan inancına göre altı kanatlı ilahi yaratıklar olarak anlatılan serafimler / melekler bulunur. Bu sahne aslında Eski Ahit’te Yeşaya bölümünde anlatılan bir sahnenin tasviridir. Kiliselerin en kutsal köşesi olarak kabul edilen yer Apsis köşesidir. Burası sunağın olduğu yer olarak bilinir ve bu yer tüm kiliselerde doğuyu gösterir. Bunun tek istisnası Ayasofya’dır. Ayasofya’da apsis güneye dönüktür. Yeni tapınak olarak tasarlanan Ayasofya doğal olarak yüzünü de Kudüs’e dönüyor yani. Tarihsel kayıtlara baktığımız zaman Ayasofya’nın üçüncü kez yeniden yapılıp açıldığı 27 Aralık 537’de İmparator Justinianus, Ayasofya’nın imparatorluk kapısında “Ey Süleyman! Seni geçtim.” der. Aslında imparator burada Kral Süleyman’a seslenirken yeni yaptırdığı Ayasofya ile hem onu hem de eski tapınak olan Süleyman Mabedi’ni geçtiğini söylemek istiyor.

Osmanlı’da Ayasofya’nın önemi. Osmanlı’da Ayasofya Cami’sine verilen önem. Padişahların Ayasofya Camii’nde namaz kılması.

Osmanlı’da Ayasofya Cami


Ayasofya, İstanbul’daki en büyük iki kilisenin birincisiydi. Şehir fethedilince, fetih yoluyla alınan her yerde yapılan bir uygulama gereğince kılıç hakkı ve fethin sembolü olarak camiye çevrildi. Fatih Sultan Mehmed, fetihten sonra hemen Ayasofya’ya girmiş, ilk cuma namazını burada kılmış, hem yapının hem de çevresinin harap hali karşısında üzülmüştü. Kiliseyi camiye çeviren Sultan, burada ilk namazı kılmasının ardından yapının daha fazla tahrip olmaması için gereken tedbirleri aldırmıştı. Sultan, Ayasofya’yı cami yaptıktan sonra buraya vakıflar tahsis etti ve (sonradan çok defa değişikliğe uğrayacak olsa da) bir medrese yaptırdı. Ayasofya’nın ilk minaresi ahşap olarak inşa edilmiş ancak 1573’teki yapının onarımında bu minareler kaldırılmıştı. Mimar Sinan’ın eseri olan diğer iki minare ise Üçüncü Murad zamanına aittir. Ayrıca 16. ve 17. yüzyıllarda, Ayasofya’nın içine mihraplar, minber, müezzin mahfilleri, vaaz kürsüsü ve maksureler eklendi. Türk şehirlerinin çoğunda bulunan Ulu Cami İstanbul’da yapılmamış, onun yerine Ayasofya Cami’si 1934’te müzeye dönüştürülene kadar yaklaşık 480 yıl boyunca bu görevi görmüştür. Osmanlı’nın elinde Türkleşen Ayasofya İstanbul’un en önemli ibadet yeri olarak her zaman özel ve önemli bir yere sahip olmuştur. Bunun bir neticesi olarak müzeye dönüşene kadar Kadir geceleri Ayasofya Camii’nde, hiçbir camide eşine rastlanmayacak bir ihtişam içinde eda edilirdi. Osmanlı padişahları da Kadir gecesinde büyük bir ihtişamla Ayasofya Camii’ne gelirlerdi. Bayram namazları da burada büyük coşkuyla kılınırdı.

Fethin sembolü Ayasofya. Ayasofya fethin nişanesi ve kılıç hakkıdır.

Fetih Ruhunun Yadigârı


Hıristiyan dünyası açısından Ayasofya’nın önemini anlattık. Ancak Ayasofya İslâm mabedi olduktan sonra payitahtın başkentinde bir camiden çok daha fazla işlev görmüş ve İstanbul halkının gönlünde her zaman farklı bir yer edinmişti. Padişahlar da tahta oturdukları zaman ilk cuma namazlarını özellikle Ayasofya Camisi’nde kılarlardı. Örneğin Üçüncü Murad Han, sultan olduktan sonra ilk cuma namazını büyük bir merasimle Ayasofya'da kılmıştı. Osmanlı’daki kılıç kuşanmadan cuma selamlığına çıkmama geleneğini bozan Üçüncü Selim, kılıç kuşanma merasiminden önce ilk cuma namazını Ayasofya Camii'nde kılmıştı. Ayasofya Camii, İstanbul’da padişahın ve halkın buluşma noktası özelliğini de taşıyordu. Padişah, cülûs zamanı ve cuma namazlarından sonra Ayasofya’da halkla bir araya gelip onların dilekçelerini ve şikâyetlerini dinlerdi. Ayrıca padişahların veya hanedan mensupları ile vezirlerin vefat haberleri ve salaları ilk olarak Ayasofya’dan okunurdu. Bazı padişahların cenaze namazları da yine burada kılınırdı.

Bir okul görevi de gören Ayasofya, Osmanlı’da hem payitahtın hem de halkın en önemli gördükleri camilerden birisiydi. Bugün için Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması, 86 yıllık suskunluk çilesinin bitmesi, ezana hasret minarelerinden yine ezanların, salaların, tekbirlerin yükselmesi elbette ki hıristiyan dünyasını rahatsız edecektir. Çünkü onlar için Ayasofya sadece bir katedral değildi aynı zamanda politik simgesi olan bir yapıydı. Bugün yeniden ezanlara, tekbirlere, salalara kavuşması hem Doğu hem de Batı hıristiyanlığı için üzüntü ve acı kaynağı olabilir. Neticede dünyevî ve ruhî bir sembollerini tam kazanmıştık derken yeniden kaybettiler.

Bugün geldiğimiz noktada tıpkı Batı medeniyeti gibi Ayasofya bizim için de sadece bir cami değildir. Bizim açımızdan da hem ruhî hem de dünyevî birtakım özellikleri taşıyan bir mabettir. Bunun yanında ecdadın bu mabet üzerindeki bedduası da hala hafızalarımızdadır. Ayasofya, Topkapı surlarının dışında devlet işlerinin konuşulduğu, görüşüldüğü özel ve önemli bir yerdi. Şimdi 86 yıldır Ayasofya’yı özleyen müslümanlar ilk vakit namazında, ilk cuma namazında, ilk bayram namazında gözyaşlarıyla bu camiyi Fatih Sultan Mehmed’in fethettiği ilk günkü gibi yeniden fethediyorlar.


Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
İstemihan Özkul - Mostar Dergisi - Sayı:186 s.10



nizami hayat logo