Ölümden sonra başımıza neler geleceği konusu her devirde insanların ilgi alanında oldu. Hz. Adem (aleyhisselam) ile başlayan peygamberlik silsilesi insanlığın aradığı cevapları bulmasını sağladı. Bununla beraber İslam davetine icabet etmeyen topluluklar da ölüm sonrasına yönelik kendi açıklamalarını yapmaya mecbur kaldılar. Arkeolojik kalıntılar bize insanların tarih öncesi çağlardan itibaren, ölümden sonra yeni bir yaşama geçme fikrine sahip olduğunu düşündürüyor. Görünen o ki insandaki hem kemal hem de sonsuzluk duygusu, ölümün mutlak son olduğu düşüncesiyle öteden beri kavgalı. Popüler bir deyişle yarım kalmaların yurdu olan dünyada bulamadığımız kemali yani tamamlanmayı, atalarımız gibi biz de ölümden sonraki sonsuz varoluşta bulacağımızı bilerek teskin oluyoruz.
Fakat ölümden sonraki hayatımız hakkında merak ettiğimiz başka şeyler de var. Ayet-i kerimeler ve hadis-i şerifler ahiret adı verilen bu devreye dair; kabir hayatı, diriliş, hesap, cennet ve cehennem gibi çok detaylı bilgiler veriyor. Cennet ve cehennem tasvirleri, orada bazı insanların neler söyleyeceği gibi kavraması görece daha kolay olan konuların yanı sıra; sur, sırat köprüsü, mizan, defterlerimizin bir yönden verilmesi gibi zihnimizde somutlaştırmanın güç olduğu konular da var. Zaten ehl-i sünnet akidesine göre bu tabirleri dünyadaki karşılıkları gibi düşünmemek gerekiyor. İsimlendirmenin aynı olması mahiyetin de aynı olacağı anlamına gelmiyor. Mesela biri kıyametin kopma zamanında, biri de diriliş zamanında olmak üzere İsrafil (aleyhisselam) tarafından üfleneceği bildirilen sur’u insanın ürettiği borular gibi algılayamayız. Yahut sırat köprüsünü zihnimizde denizin üstündeki köprüler gibi hayal edemeyiz. Mizanı çarşıpazardaki teraziler gibi kabul edemeyiz. Bunların hakikatinin ne olduğunu bilmediğimizden, yorumdan kaçınmak ve Allah Teala’nın bildiği şekliyle oluşlarına inanmak durumundayız.
Mevziyi Koruyalım
Diğer dinlerin ölümden sonraki hayatı algılama ve tarif etmede bizdeki gibi bir kriterleri olmadığından, mensupları öteki dünya inanışlarını somutlaştırmaktan çekinmiyorlar. Özellikle resim ve heykel gibi görsel sanatlarda bunun örneklerini çokça bulmak mümkün. Daha güncel bir sanat dalı olarak sinema da ölüm sonrasına kayıtsız kalmıyor. O da kendi imkanlarıyla ölümden sonraki hayata dair anlatılarda bulunuyor. Özellikle animasyon filmlerin bu konuda hayal gücünden başka sınırı yok. Böyle olunca bazı Müslümanlar da bizim kendi ahiret inancımızı bu yolla anlatıp anlatamayacağımıza kafa yoruyorlar. Yaşadığımız dönemin etkili bir anlatım yolu olan sinemayı, inanç ve değerlerimizi tebliğ aracı olarak görmek yanlış değil. Bilakis bu konuda kolektif ve yoğun bir çalışmanın gerekli olduğunu, hatta bunda geç kalındığını bile söyleyebiliriz. Ancak bir araç kendi zaruretleriyle bizim ilkelerimizi kuşatıp dönüştürecekse; artık onu kullanarak yapılan işin hakkı tebliğ etme yolundan çıkacağını da bilmeliyiz.
Öyleyse, biz yeni araçlarla ahireti nasıl anlatacağız? Bunun sade bir cevabı var: Anladığımız gibi. Bizim için ahiret inancı, kendisi için hazırlık yapılması gereken ve bu sebeple dünya hayatımıza yön veren bir özelliğe sahip. Dolayısıyla onunla ilgili anlatımızın merkezine de bu işlevini yerleştirebiliriz. İnsanları bazı kavramları somutlaştırarak ahirete ikna etmek yerine, ahiret inancının insanı ve dünyayı nasıl değiştirdiğini/değiştirebileceğini göstererek de ikna edebiliriz. Öte yandan ahireti görünür kılma fikri, sadece duyular yoluyla algılanan dünyayı gündemine alan pozitivist bakış açısına yaranma motivasyonundan besleniyor bile olabilir. Nitekim adını koymasa da bu, modern insanın düşünme biçimini şekillendiren en baskın etken. Fakat olumlu veya olumsuz her değişim ancak birileri herkesin düşünmediği biçimde düşündüğünde ve o doğrultuda çaba sarf ettiğinde gerçekleşebilir. Sinema özelinde konuşmaya devam edersek, başkalarının nasıl anlattığı onların durduğu yeri gösterirken, bizim nasıl anlattığımız da kendi durduğumuz yeri gösterirse doğru bir iş yapmış sayılırız.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:211 s.58