Tevekkül Nedir? Allah’a Tevekkül Etmek Ne Demek?
Tevekkül, kulun âcizliğini itiraf edip Rabb’ine güvenmesi, dayanması, işini O’na havale etmesidir. Her şeyi yoktan var eden Allah Teâlâ’dır. Her şeyin sahibi O’dur. Her şey O’nun izni ile olmaktadır. O’nun izin vermediği hiçbir şey olmaz, izin verdiğine de kimse engel olamaz.
Hamdûn el-Kassâr [kuddise sırruhû] demiştir ki: “Tevekkül, Allah Teâlâ’ya tam bir şekilde itimat etmektir/dayanmaktır.” (Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 347.)
Allah’a Tevekkül Etmek Ne Demek?
Tevekkül etmek iman ile irtibatlıdır. Tevekkülü zayıf kimseler iman konusunda da zayıftır. yetlerde iman ile tevekkül şöyle ilişkilendirilir:
“Müminler, Allah’a tevekkül etsinler” (İbrahim 14/11). “Eğer müminseniz Allah’a tevekkül edin” (Mâide 5/23). “Kim Allah’a dayanıp güvenirse, O ona yeter” (Talâk 65/3).
Kur’ân-ı Mübîn’de beyan edildiğine göre şeytan Hz. dem’e [aleyhisselâm] secde emrini yerine getirmedi, hikmetini anlayamadığı işte Allah’a dayanıp güvenmedi, işin aslını O’nun sonsuz kudretine havale etmedi, kendinde bir arlık hissetti, “Ben ondan üstünüm, secde etmem” dedi, Allah’ın emrine isyan edip kâfirlerden oldu. (bk. Bakara 2/34; Sâd 38/76.)
Peygamberlerin Tevekkülü
Peygamberlerin tümü tevekkül sahibidir. Onlar en zor vazifelerden olan peygamberlik görevini yerine getirirken pek çok zorluk çekmişler, sıkıntılar ve engellemelerle karşılaşmışlar, buna rağmen her zaman Allah’a tevekkül sahibi olmuş, işlerini O’na havale etmişlerdir.
Onlardan biri de Hz. İbrahim’in [aleyhisselâm] ateşe atılırken gösterdiği tevekkülüdür. Ebû Yakub en-Nehrecûrî [rahmetullahi aleyh] demiştir ki:
“Allah Teâlâ’ya tam olarak tevekkül hali, Hz. İbrahim’in [aleyhisselâm] ateşe atıldığı zamanki tavrıdır. Cebrâil aleyhisselâm, ateşe atılırken kendisine, ‘Bir hâcetin var mı?’ diye sorduğunda, Hz. İbrahim [aleyhisselâm], ‘Sana gelince, hayır; bir ihtiyacım yok. Rabbim’e gelince, O zaten benim halimi görüyor, bu bana yeter’ dedi. O anda Hz. İbrahim’in [aleyhisselâm] nefsi Allah Teâlâ’yı müşahede hali içinde kaybolmuştu, yüce Allah’la birlikte başka bir varlık görmüyordu.” (Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, s. 349.)
Sevr Mağarasındaki Tevekkül
Allah Resûlü’nün [sallallahu aleyhi vesellem] hayatının her aşaması Allah Teâlâ’ya tevekkül ile geçiyordu. Büyük ibretler barındıran hicret hadisesindeki Sevr mağarasında saklanışları da nice ibretlere şahittir. Müşrikler Resûlullah Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] ve arkadaşı Ebû Bekir’in [radıyallahu anh] izini bulmuş, saklandıkları mağarasının önüne kadar gelmişlerdi. O esnada Allah Resûlü’nün arkadaşını teselli için söylediği sözler bizim için büyük bir nasihattir.
Hz. Ebû Bekir [radıyallahu anh] anlatıyor: “Ben mağarada iken Resûlullah’a [sallallahu aleyhi vesellem], ‘Şayet onlardan biri ayaklarının dibine bakacak olsa kesin bizi görecek’ dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber, ‘Üçüncüsü Allah olan iki kişiye sen ne (olacağını) zannediyorsun?’ buyurdu.” (Buhârî, Fezâilü Ashâbi’n-Nebî, 2 (nr. 3653).)
Bu durum âyette de şöyle beyan edilmiştir: “Nitekim inkârcılar onu, iki kişiden biri olarak yurdundan çıkardıklarında Allah ona yardım etmişti: Hani onlar mağaradaydılar; arkadaşına, ‘Mahzun olma! Allah bizimle beraberdir’ diyordu. Derken Allah ona kendi katından bir güven duygusu indirdi, sizin görmediğiniz askerlerle onu destekledi ve inkârcıların sözünü değersiz hale getirdi. Allah’ın sözü ise en yücedir. Çünkü Allah mutlak galiptir, hikmet sahibidir” (Tevbe 9/40).
Sahabenin Tevekkülü
Ashâb-ı kirâm efendilerimiz imanları çok güçlü olup tevekkül sahibi olduklarından İslâm’ın yayılması için türlü fedakârlıkta bulunmuş, zâhiren çaresiz kaldıklarında bile pes etmemiş, bu sebeple İslâm’ın yayılmasında muvaffak olmuşlarıdır.
Mekke’de çektikleri ıstıraplar, Medine’de Bedir, Uhud, Hendek ve diğer gazveler tevekkül örnekleri ile doludur. Allah Teâlâ âyetlerde bu durumlarda sahabenin gösterdiği samimiyet ve tevekkülünü bize bildirmiştir. İbn Acîbe bu misallerin anlatıldığı âyetlerin tefsirinde şöyle demektedir:
“Hz. Peygamber [sallallahu aleyhi vesellem], Uhud Savaşı’na yaklaşık 1000 kişilik bir orduyla çıktı. Onlara, eğer sabrederlerse zafer elde edeceklerini müjdeledi. Ordu Şevat denen yere varınca, münafıkların reisi Abdullah b. Übey, 300 kişilik adamıyla ordudan ayrıldı ve, ‘Niçin savaşa girip kendimizi ölüme atacağız ki!’ dedi. Ebû Câbir es-Sülemî, onların peşinden koşup, ‘Peygamberiniz ve kendiniz adına Allah’tan korkmanızı hatırlatırım, siz ona ne söz vermiştiniz!’ diye onları uyardı. İbn Übey,
‘Eğer kesin bir savaş olacağını bilsek size uyarız, fakat savaş olacağını sanmıyoruz’ diyerek kendini savunmaya kalktı. Bu arada Hârise ve Seleme oğulları da ordudan ayrılıp İbn Übeyy’e tâbi olmayı düşündüler, ancak sonra vazgeçip Resûlullah’la [sallallahu aleyhi vesellem] birlikte yerlerinde kaldılar. Allah Teâlâ onlara nimetini hatırlatarak şöyle buyurdu:
‘Hani sizden iki zümre (paniğe kapılarak) ayrılmaya niyet etmişti. Halbuki Allah onların yardımcısı idi. Müminler yalnız Allah’a tevekkül etsinler’” ( l-i İmrân 3/122).
“Andolsun ki Allah size, zayıf ve çaresiz iken Bedir’de de yardım etmişti. Allah’tan korkun ki şükretmiş olasınız” ( l-i İmrân 3/123).
Müslümanların binecek hayvanları ve yeterli silahları yoktu; karşılarındaki düşmanın ise sayısı ve kuvveti fazlaydı. Buna rağmen Allah’a tevekkül ettiler. Onlar Uhud’dan önce Bedir Savaşı’nda da çaresiz olmalarına rağmen düşmandan korkmamış, Allah’a dayanmış ve muzaffer olmuşlardı. Böylece âyet onların bu tevekkül hallerini bize haber vermektedir.
Allah Tevekkül Edenleri Sever
Allah Teâlâ’nın kulunu seveceği güzel davranışlardan biri de tevekküldür. Kim tevekkül sahibi olursa yüce Allah’ın sevgisini kazanır. Bu ne büyük bir kazançtır. yette şöyle haber verilmiştir:
“Bir işe karar verdiğin vakit Allah’a tevekkül et! Muhakkak ki Allah kendisine tevekkül edenleri sever” ( l-i İmrân 3/159).
Akabindeki âyette de şöyle buyrulur: “Allah size yardım ederse, sizi yenecek yoktur. Eğer sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size kim yardım edebilir? Müminler, ancak Allah’a tevekkül etsinler” ( l-i İmrân 3/160).
Önce Tedbir Sonra Tevekkül
Tevekkül etmek zâhiren tedbir almamayı, çalışmamayı gerektirmez. Enes b. Mâlik [radıyallahu anh] anlatıyor: “Bir adam Allah Resûlü’nün [aleyhisselâm] yanına gelerek şöyle sordu: ‘Yâ Resûlallah! Devemi bağlayıp mı Allah’a tevekkül edeyim, yoksa bağlamadan mı tevekkül edeyim?’
Resûlullah [sallallahu aleyhi vesellem], ‘Önce onu bağla, öyle Allah’a tevekkül et!’ buyurdu.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 60.)
Tevekkülü yanlış anlayanlardan bazılarına rastlayan Hz. Ömer [radıyallahu anh], onlara ne işle meşgul olduklarını sormuş, onlar da verdikleri cevapta, “Biz, hiçbir işle meşgul değiliz. Cenâb-ı Hakk’a tevekkül ediyoruz” demişlerdir. Bunun üzerine Hz. Ömer [radıyallahu anh] onlara, “Hayır, siz mütevekkil/tevekkül eden değil, müteekkilsiniz/yiyicisiniz” demiştir. Hz. Ömer [radıyallahu anh] bu şekilde, onların tevekkül hakkında düşüncelerinin yanlış olduğunu açıklamış ve bir işle meşgul olmamalarının çirkinliğini anlatmıştır.
Vardır Bir Hikmeti
Kul her işinde Allah’a tevekkül eder, neticeyi O’na bırakır. Bazan istediği, ümit ettiği neticelere ulaşamasa da bu durum tevekkülüne ve inancına bir zarar vermemelidir. Bir hadiste şöyle buyrulmaktadır:
“Kul geceleyin ticaret işlerinden birini yapmayı düşünür. O öyle bir iştir ki eğer onu yapacak olsa helâk olurdu. Allah Teâlâ arşının üstünden ona nazar eder ve kendisini o işten alıkor. Kul gam ve üzüntü içinde sabahlar; uğursuzluğu komşusunda ve yakınlarında arar, ‘Kim beni geçti, kim başıma felaket getirdi’ deyip durur. Halbuki, o işinin olmayışı kendisi için Allah Teâlâ’nın bir rahmetidir.” (Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliyâ, 3/348)
Bunun için Hz. Ömer [radıyallahu anh] demiştir ki: “Sabaha zengin veya fakir olarak çıkmama aldırış etmem; çünkü ben, onların hangisinin benim için daha hayırlı olduğunu bilemem.” (Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet, 4/324.)
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Aile Sohbetleri - Hakan Öner