Tasavvufî Bir Kavram Olarak Şevk Nedir?
Sözlüklerde “özlemek, istemek, arzulamak” gibi manalara gelen “şevk”, tasavvufî bir kavram olarak kalbin Allah’a kavuşma özlemi ve bu sebeple heyecanlanması demektir ve muhabbetin sonucunda ortaya çıkar. İmam Kuşeyrî kuddise sırruhû hazretleri şevki, “sevgiliyi temaşa için kalbin coşması, heyecanlanması” olarak tanımlar. O halde şevk, içinde şiddetli istek ve hasret barındırır. Nitekim İbn Ata hazretleri şevki; yüreğin yanması, kalbin tutuşması olarak açıklar.
Sûfîler, şevk konusunu anlatırken genelde “Kim Allah’a kavuşmayı arzu ederse bilsin ki Allah’ın belirlediği sürenin sonu mutlaka gelecektir. O her şeyi bilir, her şeyi işitir.” (Ankebût 5) ayet-i kerimesine atıf yaparlar. Bu ayetteki “Allah’a kavuşmayı arzulamaktan” kastın şevk ve O’nun cemâlinin hasretini çekmek olduğunu söylerler. Ebû Osman Hîrî hazretleri bu ayeti şöyle tefsir eder: “Bu ayet, iştiyak (özlem) sahipleri için bir taziyedir. Manası da şudur: Bana olan iştiyakınızın kalbinizi ele geçirdiğini biliyorum. Ben sizin kavuşmanızı bir müddet erteledim. Ancak siz iştiyak duyduğunuz şeye (Cemâlullah’a) yakında kavuşacaksınız.”
Ebu’I-Abbas Ahmed Sayyâd hazretleri şevki şöyle açıklar: “Şevk muhabbet ağacının bir dalıdır, kendi başına ayakta duramaz. Sevgi ateşinin hararetinin çokluğundan kalp galeyana gelir. İşte o anda kul heyecana kapılır. Bunun adı da şevktir.”
Şevkin ilacı vuslat, yani kavuşmadır. Velîlerden biri, “Şevk yürekten çıkan bir alevdir, alevin doğuş sebebi hasret acısıdır. Bu alevi kavuşma söndürür” der. Bu sebeple bir kişinin kalbinde şevk olduğunun belirtisi, içten içe ölümü arzulamasıdır. Nitekim Ebû Osman Hîrî hazretleri “Şevkin alâmeti rahatlıkla ölümü arzu edebilmektir” der.
Sûfîler şevkin ancak bir yönüyle idrak edilebilen, bir yönüyle de idrak edilemeyen bir şey için söz konusu olabileceğini söyler. Hiç tasavvur edilemeyen şey hiçbir zaman özlenmez. Çünkü bilinmez. Tam manasıyla idrak etmek ise ancak görmekle olur; bu da ancak âhirettedir. Bu sebeple sûfîlerin şevki sadece Allah Teâlâ’nın cemâlini müşahede etmekle tatmin bulur.
Yusuf b. Esbat hazretleri; dünyada rahatı yerindeyken ölümü arzulamanın, kalbin sadece Cenâb-ı Hak’la üns halindeyken huzur bulup neşelenmesinin şevkin alâmetleri olduğunu söyler. Yahya b. Muâz kuddise sırruhû “Şevkin alâmeti çocuk sütten kesilir gibi nefsanî isteklerden kesilmektir.” buyurur.
Zunnûn el-Mısrî hazretleri ise der ki: “Şevk, derecelerin en yükseği ve makamların en yücesidir. İnsan şevke ulaştığı zaman Rabbi’ne iştiyak duyar, O’na kavuşmayı ve cemâlini müşahede etmeyi ümit ederek ölümü arzular.” Bu söz şevkin hem alâmetini hem de bir makam olarak yüksekliğini ifade eder.
Sûfîler şevkin muhabbetten üstün olduğunu, hatta şevkin muhabbetten doğduğunu söyler. Çünkü kalpte önce muhabbet oluşur. Muhabbet zamanla artar, kalbi ele geçirir ve böylece orada şevk yer eder. Şevk makamına eren birinin tek derdi Rabbi’ne kavuşmak, O’nun cemâlini görmektir. Bu sebeple kalbinde hiçbir dünyevî sevgi kalmaz, âzâlarını her türlü günahtan muhafaza eder. Kalp kapısında her an nöbet halinde yaşar. Çünkü sevgilinin ne zaman tecelli edeceği bilinmez. Yine Ebû Osman Hîrî hazretleri konuyu şöyle özetler; “Şevk muhabbetin neticesidir. Kim Allah Teâlâ’yı severse O’na kavuşmaya iştiyak duyar.”
Bayezid Bistâmî kuddise sırruhû hazretleri ise şevk ehlinin halini şöyle anlatır: “Allah’ın öyle kulları vardır ki, cennette kendisini temâşa etmelerine engel olsa, cehennemliklerin cehennemden Rablerine sığındıkları gibi Rablerine sığınır ve yardım dilerler.”
Şevk ehlinin kalbi sadece Allah’ın cemâli için atar. Bu hali sûfîler şöyle ifade ederler: “Şevk Allah’ın ateşidir. Allah o ateşi velî kullarının kalplerinde yakmıştır. Öyle ki, o ateşle onların kalplerinde bulunan düşüncelerin, iradelerin, gelip geçici şeylerin ve ihtiyaçların hepsini yakmıştır.”
Tasavvuf ehli şevki üç kısma ayırır:
1) Halkın, sıradan insanların şevki ki dünyevî isteklere yöneliktir.
2) Seçkin kimselerin şevki ki âhirete yöneliktir.
3) Seçkinlerin seçkinlerinin şevki ise Mevlâ’ya duyulan şiddetli özlemdir. Dünyayı özleyeni cehennem, âhireti özleyeni cennet ve Mevlâ’yı özleyeni ise Mevlâ özler.
Şevkin bu kadar önemli olmasına rağmen sûfîler tâlipleri uyarmaktan geri durmamışlardır. Mesela meclisinde zevk ve şevk konularından bahis açıldığında Abdullah Dihlevî kuddise sırruhû hazretleri şöyle buyurmuştur: “Zevk, şevk, keşif ve keramet bekleyen tâlipten Allah razı olmaz. Tâlip sadece Allah’ın zâtını talep etmeli, bu yolda karşısına her ne çıkarsa üzerinde durmamalı ve ‘O’nun pak zatından başka hiçbir maksudum yoktur.’ demelidir.”
Aşağıdaki kaynaklardan faydalanılmıştır:
Semerkand Dergisi Sayı:293 s.14