Satır Arası Bir Hikaye

ÖYKÜ
Satır arası bir hikaye ilişti gözüne. Aslında hikaye değil. Bir parmak izi. Kararmış, kömürlü ellerin tuttuğu kağıt, bir sırrı saklamış, üzerine konan lekeye gözü gibi bakmıştı. Tam on altı yıl sonra kız, babasından gelen mektupları tekrar okurken daha önce dikkat etmediği ayrıntılar, bir deniz feneri gibi yol gösteriyordu ona; eksiklerini tamamlıyordu.
Babası Almanya’ya işçi gitmişti. Sıkça yolladığı mektuplarda ve nadiren açtığı telefonlarda hep çok iyi olduğunu söylerdi. Yazları, doğrusu iki yazda bir defa gelen adam -sözlerini yalanlarcasına- her seferinde daha zayıf, daha sararmış, daha yorgun görünürdü gözlerine. Tedirginlikle sorduklarında, “Adaaam sen de!” derdi. “Hiç gavurun havası bizimkiyle bir olur mu? Bizim buraların rüzgarı bile bir alamet. Bir aya kalmaz toparlanırım ben.”
Bir aya kalmaz toparlanırdı ya gerçekten, sonra giderdi gerisin geri. Yeniden tahta bavulunu alır, annesinin elini öper, çocuklarını kucaklar, karısına hoşçakal der giderdi. Ardından yine mektuplar, telefonlar. Tam on altı yıl. Adamın arkasından başkaca gidenler de olmuştu Almanya’ya. Herkes ağız birliği etmişçesine “çok iyi, çok iyi” diyordu gittiği yer için. Yine de gelenler hep aynı fersizlikte bakıyordu etrafa. Köyde forsları vardı var olmasına ama yorgun kemiklerinin ağrısından ve yeniden gurbete düşecek olmanın kaygısından memleketin tadını çıkaramıyorlardı.
Çocuklar büyüyüp okuduğunda, anneleri yeter gurbetlik dediğinde, babaları artık temelli dönüşe niyet ettiğinde telefon çaldı bir ikindi. Kız açtı. Arayan bir hemşehrileriydi. Babasının hasta olduğunu söyledi. Yer altında demir çizmelerle, metro inşaatlarında karanlıklarda, ışığa hasret kalmaktan ciğerleri iyice kötülemişti. Kız şaşırdı. Yer altı da nereden çıkmıştı? Hani iplik fabrikasında ustabaşıydı babası… Öyle dememiş miydi, öyle değil miydi? Neydi? “Nasıl olur?” dedi kız. Şaşırdı, üzüldü. Adam kızın şaşkınlığını umursamadan “Hepimizin olacağı o ya” dedi. “Kan kusup kızılcık içtim, demek yaptığımız. Ne yapacaksın? Zor. Ekmek aslanın ağzında.”
Yaz sonu gelecekti adam. Kesin dönüş. Tahta bavul, birikmiş parası, iki yıldır hasret kaldıkları, yüzündeki yeni kırışıkları, kirli sakalı, aklar düşmüş saçlarıyla gelecekti. “Keyfim yerinde” diyecekti uzaklara bakarak. “Siz okuyun da…” diyecekti. Başka bir şey istemeyecekti. “Tedavi olup gelecek ya daha gidemez, takati kalmadı” demişti telefondaki ses. Sevinse miydi bu vuslata? Yoksa üzülmeli miydi? Ne yapacağını kestiremeden annesinin sandığını açtı. Bir yığın mektuptan birini çıkardı, okumaya başladı.
Ağlamış Mı Adam, Yağmur Mu Yemiş Mektup
“Evvela selam eder, çocukların gözlerinden öperim. İnşallah iyisinizdir, ben çok iyiyim.” Burada bir satır arası, kara bir parmak izi. Önceden görmemişti. Oysa hep o okurdu mektupları. Dikkatini mi çekmemişti, umursamamış mıydı? İyi olduğunu duyup hayata devam etmek mi kolaydı? Hangisiydi baba? “İşim çok rahat, fabrikada ustabaşı oldum.” Kalem titremiş. Harfler nasıl da yorgun düşmüş kağıda. İşi rahat adamın yazısı mı bu? Çok mu yoruldun baba? Rahatça uyudun mu hiç? Yatağın var mıydı, inşaatlarda mı yattın yoksa? “Paranız tükendiyse borç bulun bir yerden. Bu yaza gelince hepsini öderim inşallah. Büyük kıza kabartmalı bir ayna aldım. Görünce bayılacak.” Yazı kabarmış, mürekkep dağılmıştı burada. Ağlamış mı adam, yağmur mu yemiş mektup? Ne olmuş? Ne oldu baba?
Kabartmalı aynayı aldı kız eline sandıktan. Yüzüne baktı. Babasına benziyordu. Demek tam on altı yıl, çocukları için gurbette. Tam on altı yıl gerçek bir hayat inşa etsinler diye yalancı bir geminin içinde, fırtınaların arasında. Öyle mi? Gözleri doldu. Kağıttaki ıslak yazıların üzerine gözyaşı damladı. Babası gelecekti yaz sonunda. Avurtları çökmüş, yaşlanmış, örselenmiş ya; olsun. Dönmeyecekti bir daha. Bakar, iyi ederlerdi Allah’ın izniyle. Küçük oğlan tıp okuyordu. Kız öğretmendi. Kimseye muhtaç etmezdi. Babası, babaydı yıllardır. “Babam da babaydı” dedi. Mektubu katladı, yerine kaldırdı. Babalık bitti, şimdi evlatlık zamanı.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:212 s.48