Ördek Sendromu Nedir?
Ördek Sendromu; sosyal medyada insanların kusursuz görünme çabasıdır. İnsanların sürekli mutluluk pozu vermelerini ve sadece huzurlu anlarını görüntülemelerini, Stanford Üniversitesi araştırmacıları “Ördek Sendromu” olarak isimlendirmiştir. Yani Ördek Sendromu, kişinin gerçek hayatını sosyal medyada farklı göstermesi, sosyal medyada “-mış gibi” yapmasıdır.
Her geçen gün yeni bir ruhsal sıkıntı ile karşılaşıyoruz. Değişen hayat koşulları, ruhsal ve psikolojik birçok yeni problemi de beraberinde getiriyor. Bu sıkıntılar henüz hastalık olarak dile getirilmese de sendrom veya rahatsızlık olarak tanımlanıyor. Son çeyrek asrın yeni yaşam alanı olan sosyal medya sebebiyle tanıştığımız “Ördek Sendromu” da o rahatsızlıklardan biri.
Şu sıralar sosyal medyada viral olan, kimilerinin önyargıyla kimilerinin ise sağduyuyla yaklaştığı bu kavramı artık çoğu kişi biliyor ama biz, bilmeyenler için konuyu biraz açalım. Nedir bu ördek sendromu? Suyun üzerinde usulca süzülen, kimseye zararı dokunmayan bu hayvanın adı nasıl olur da bir rahatsızlığa isim olabilir?
Kusursuz Görünme Çabası
Ördekler; su altında ayakları makine gibi çalışıyor olmasına rağmen suyun üzerinde insanı hayran bırakan bir estetikle, kayıyor gibi süzülürler. Bu yüzden muhteşem görünürler. Sosyal medyada sürekli mutluluk pozu verenler, sadece huzurlu anlarını görüntüleyenler ya da o anı gerçekten huzur vericiymiş gibi göstermeye çaba sarf edenler, tabiri caizse kan kusup fotoğrafladığı gümüş tabaktaki kızılcık şerbetine beğeni bekleyenler için Stanford Üniversitesi’nden araştırmacılar “ördek sendromu” adını uygun görmüşler.
Viral olan bu kavramı, sinemaya giden bir çiftin sosyal medyada paylaştığı bir fotoğrafla örneklendirmişler. Farkındalık oluşturmak adına, paylaşılan fotoğrafın ekrana yansıyan mükemmelliğinin ve tüm sıkıntılardan sıyrılmış görüntüsünün perde arkasındaki çekişmeli ve bir o kadar da stresli anlarını hikayeleştirmişler. İşte medyanın gücü, bu kareye bakıp sadece “kusursuz görüntüyü” ve takdir edilesi imajı görmemizi sağlıyor. Yani oluşturulmak istenen algıya, yapay gerçekliğe hepimizi ikna etmeyi başarırken işin perde arkasını konunun tamamen dışında bırakıyor.
Ördek Sendromu Örnekleri
Bireylerin günaşırı yaptıkları paylaşımlarda sürekli temiz, düzenli, ev halkına karşı oldukça kibar, tahammüllü görünmesi; dekorasyon dergilerinde karşılaştığımız “şık ev” imajlarına taş çıkaran evlerde iki-üç çocuğun uyum içinde yaşadığının resmedilmesi; yorgunluk sonrası içilen kahvelerin ekrana “keyif kahvesi” olarak etiketlenmesi; mükemmel eşler, kusursuz giysiler, bitmeyen kutlamalar ördek sendromuna verebileceğimiz onlarca örnekten yalnızca birkaçı.
Yazık ki bu illüzyonun büyüsüne kapılan pek çok insan, ancak takip ettiği bu kimselerle benzer bir hayata sahip olursa, aynı standartlara ulaşırsa mutlu olacağına inanıyor. Onları taklit etmeye çalışıyor, aslında kimsenin sahip olmadığı bu “hayali mutluluğu” yakalayamadığı için de bir başka sendrom olan “tükenmişlik sendromu” belirtileri gösteriyor. Oysa gördükleri, gördüklerimiz; sadece suyun üst yüzeyi, pürüzsüz tarafı. Asıl hareket suyun altında. Araştırmacılar tarafından ortaya atılan “ördek sendromu” ismi sizce de bu yaman çelişkiyi çok güzel ifade etmiyor mu?
Sosyal Medyada Ördek Sendromu
Her insan hayatını kusursuz bir şekilde idame ettirmek ister. Evi temiz ve düzenli, çocukları akıllı uslu, eşi uyumlu, geniş ailesiyle ilişkileri sağlıklı olsun ister. Her yeni günün bir öncekinden daha keyifli ve daha verimli olmasını, içinde bulunduğu mutluluğun çoğalacağını ümit ederek eşiyle, dostuyla hayallerini paylaşmak ister. Bunlar güzel ve tabii istekler. Lakin her Müslüman bilir ki burası imtihan dünyasıdır. Zahmetsiz rahmet, emeksiz yemek olmaz. Gül dikenden, beyaz karadan, şifa yaradan ayrı kalamaz. Her varlık zıttıyla beraberdir ve Rabbimizin buyurduğu gibi “Her zorluğun arkasından bir kolaylık vardır.”
Tehlike ise ördek sendromunun hayatın gerçekliğinin tamamen dışında kalan bir illüzyon oluşundan kaynaklanır. #kahvekeyfi etiketiyle yaptığı paylaşımda pişirdiği kahvenin tezgaha dökülen kısmını yok sayan, hata ve eksiklikleri reddeden insan, zamanla hayatındaki tüm kusurlarla kavgaya tutuşarak en çok da kendinden, insanlığından uzaklaşır. Enerjisini, olmadığı biri gibi görünmeye harcadığından kim olduğunu unutur, kimliksizliğin derin buhranını acı bir şekilde tecrübe eder.
Mevlana’nın dediği gibi ya olduğumuz gibi görünelim ya da göründüğümuz gibi olalım. Her ikisini de yapmayı başaramıyor isek görünmez olalım ki araştırmacılar yeni yeni sendrom isimleri geliştirmek zorunda kalmasınlar.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Büşra Argum - Semerkand Aile Dergisi Sayı:174 s.14