Kaygılı Ebeveynlerin Endişeli Çocukları
Ebeveyn olmak, ömür boyu sürecek bir anlaşmaya imza atmak gibi adeta. O imzayı attığımız andan itibaren evlatlarımızı daima sevip korumaya, iyi olmaları için elimizden gelen ne varsa yüksünmeden yapmaya gönüllü oluyoruz. Ne var ki anne baba olmanın hamuru, sevgi kadar endişeyle de yoğrulmuş. O yüzden yavrumuzu daha kucağımıza almadan telaşlanmaya başlıyoruz ister istemez.
“Sağlığı iyi mi, gelişimi normal mi, iyi ebeveynler olabilecek miyiz?” diye düşünüp duruyoruz önce. Onu kucağımıza aldıktan sonra ise “Az mı yedi? Niye uyumadı? Daha kalın mı giydirseydik? O şekeri yedirmese miydik? Acaba okulda mutlu mu, ona zarar veren biri mi var?” diye meraklanıyor, etrafımızı saran kaygı bulutları arasında yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Zira o endişeyle yaşayıp başa çıkmayı öğrenmek de ebeveynliğin gereklerinden. Başarısız, üzgün veya yılgın olduklarında bile sakin kalıp onlara destek olmaya, kaygımızı gizleyip metanetimizden güç almalarını sağlamaya mecburuz. Yine de bu konuda her zaman başarılı olamadığımız ve kaygımızın bizi yönetmesine izin verdiğimiz bir gerçek.
Aileler Neden Endişeli?
Türlü tehlikelerle dolu, kolay kolay kimseye güvenemediğimiz bu devirde çocuğumuz için endişeye kapılmamız, onu korumak için seferber olmamız anlaşılabilir bir durum. Fakat kimi zaman kendimizi kifayetsiz hissedip yersiz korkulara da kapılabiliyoruz. Herkesin ideal anne baba tutumları üzerine ahkam kestiği, fenomen annelerin çoğaldığı, “mükemmel ebeveynlik” üzerine birbiriyle çelişen görüşlerin etrafa boca edildiği günümüzde, ailelerin sıklıkla yetersizlik duygusuna kapıldığı görülüyor. Toplum ve çevre baskısının yanı sıra sosyal medyadaki bilgi kirliliğinden de etkilenen anne babalar, çocuklarına yetememe, onlara faydalı olamama, gelebilecek zararları engelleyememe endişesiyle dolabiliyorlar bu nedenle. Annelerin bu konuda biraz daha fazla etkilendiği, evhama kapılıp kendini kötü hissettiği, bu sebeple çocuğa fazlaca müdahalede bulunduğu söylenebilir.
Bilhassa çocuğa bir şey olmasın diye onu cam fanusta büyütmeye çalışan ailelerde “Aman düşersin” diyerek koşmasına izin verilmeyen, “Onu yersen midende kurt çıkar, hasta olursun, dişlerin dökülür” diye korkutulan, “Dışarıda kim bilir başına neler gelir?” diye düşünüldüğü için dört duvar arasında büyütülen çocuklara rastlıyoruz kimi zaman. Aşırı kontrolcü olarak tanımlanabilecek bu ebeveynlerin, çocuklarını her an denetlemeye çalıştığı, onlara deneyim kazanma imkanı tanımadığı görülüyor.
Bunun dışında çocuğunun okul başarısı konusunda endişeye kapılan, performansının düşük olduğunu düşünen, ileride iyi bir kariyere sahip olamayacağından korkan, bu nedenle çocuğa baskı uygulayan ebeveynlere de rastlanıyor. Sınıf arkadaşlarıyla biteviye karşılaştırılmaları yetmezmiş gibi, ailelerinin rekabetçi ve endişeli tutumuyla da mücadele etmek durumunda kalan çocuklar bu tutumdan olumsuz etkileniyor elbette. Hal böyleyken “dozunda endişe”, çocuğu yetiştirirken daha dikkatli ve itinalı olmamızı sağlasa da gereğinden fazla olduğunda hem bizim hem de yavrumuzun ruh sağlığını etkilemeye başlıyor.
Kaygımız Çocukları Nasıl Etkiler?
Endişelerimiz yüzünden çocuklara hareket imkanı tanımayıp her şeyi onların yerine yaptığımızda yetersizlik duygusuyla dolmalarına neden oluyoruz. Ders çalışma, diş fırçalama, pijamalarını katlama, yemeğini bitirme gibi gündelik konularda bile sürekli üsteleyip “Yaptın mı?” diye sorarak onlara güvenmediğimiz mesajını veriyoruz aslında. Öte yandan dış dünyadaki tehlikelerin çokluğu ve onları yalnız bizim koruyabileceğimiz iddiası nedeniyle çocuklarımızı kendimize bağımlı bireyler olarak yetiştirmiş oluyoruz. Asıl bağımlı olanlarsa bizleriz ne yazık ki.
Örneğin bir anne, çocuğunun okula gitmek istemediğini veya buna hazır olmadığını söylerken aslında “Onu okula göndermek, ondan ayrılmak istemiyorum, çocuğumun gün içinde benden uzakta birkaç saat geçirmesine hazır değilim, endişeli olan benim” demek istiyor belki de. Kendi evhamı, kontrolcü tavrı ve bağımlı kişiliği nedeniyle çocuğundan kopamayan bu anne, söz ve tavırlarıyla çocuğu da etkiliyor. O yaşa kadar hiçbir zaman kendi başına bırakılmamış, ebeveyninden ayrılmasına izin verilmemiş çocuğun, bu nedenle okul konusunda isteksiz olması da gayet normal.
Bununla beraber endişeli ailesi tarafından hareket alanları kısıtlanan, hayatına müdahale edilen, ihtiyacından fazla destek gören, kendi başına ayakta durmasına izin verilmeyen bir çocuğun problem çözme becerilerinin gelişmediği, kendini muhtaç ve çaresiz hissettiği, sorunlardan kaçtığı, hatalarından ders çıkarmadığı, dünyayı tehlikeli bir yer olarak algıladığı gözlemleniyor. Bu da evlatlarımızdaki yüksek kaygı durumunun çoğunlukla anne baba tavrından kaynaklandığını kanıtlar nitelikte.
Bazı belirtiler ise çocuktaki endişe halinin, kaygı bozukluğu / anksiyete gibi rahatsızlıklara dönüştüğünü ortaya koyuyor. Buna göre çocuk heyecanlandığında fiziksel ağrılar duyuyor ve tırnak yeme, dişleri sıkma, saçları koparma gibi davranışlarda bulunuyorsa; “Ya şöyle olursa? Ya başıma şu gelirse?” düşünceleri sıklaşıyorsa; uykuya dalmakta, sosyalleşmekte, hatasını kabullenmekte, yeni durumlara uyum sağlamakta zorlanıyorsa kaygı bozukluğu rahatsızlığının sinyal verdiği söylenebilir. Uzmanlardan ailece destek almayı gerektiren bu durum, çocukların detaycı, kontrolcü, küçük şeyler için bile onay bekleyen, kolayca tedirgin olabilen, kendini mütemadiyen suçlu hisseden kimselere dönüşmesini tetikliyor böylece.
Endişeyle Nasıl Başa Çıkabiliriz?
Öncelikle mükemmel olmadığımızı, olamayacağımızı, çünkü “mükemmel ebeveyn” diye bir tanımdan bahsedilemeyeceğini kabullenmemiz gerekiyor. Bu algı değişmezse sorunlar konusunda yol katetmek ve kaygıyla başa çıkabilmek imkansız hale gelebilir. Anne ve babalar her şeyi kusursuz yapmak zorunda olmadığını idrak ettiğinde, bu durum kaygıyla barışma ve onu dozunda yaşama halini de beraberinde getirir.
Kaygı normaldir, ebeveynliğin vazgeçilmez bir parçasıdır hatta ama toplumdaki genel kanının aksine kesinlikle bir sevgi göstergesi değildir. Çocuğuyla sağlıklı ilişki kurabilen bir aile ona söz hakkı tanır, sıkıntı ve üzüntülerini sükunetle dinler, onu yüreklendirmeye ve motive etmeye çalışır, deneyip yanılmasına izin verir, onu evhamlarıyla boğmaz. Yanı sıra çocuğu tüm kötülüklerden korumaya çalışmak yerine, onu problemlerle savaşabilecek, kendini koruyabilecek nitelikte yetiştirmeyi hedeflemeliyiz esasen. Yanında olamadığımız günler geldiğinde gözümüzün arkada kalmasını istemiyorsak yapmamız gereken ona sağlam bir karakter kazandırmak ve onu zorluklara karşı güçlendirmektir.
Diğer yandan her şeyi kontrol edemeyeceğimizi, bu derece kontrol delisi olmanın evlatlarımıza büyük zarar verdiğini idrak etmemiz de önemli. Demokratik aile tutumu sergileyip çocukların yaş ve gelişimlerine uygun tecrübeler yaşamasına izin vermeli, düşüp kalkabildiklerini, mücadele ettiklerini gururla izleyebilmeliyiz. Çocuklarımızın birey olma, deneyim elde etme, sağlıklı bir insana dönüşme hakkını elinden almayı hiçbirimiz istemeyiz.
Onlardaki endişeyi giderebilmenin öncelikli yolu kendimizi sakinleştirmekten geçer. Çocuk yüzümüze bakıp her şeyin yolunda olduğunu hissettiğinde genelde durulur. Ayrıca yardıma ihtiyacı olduğunda bizi yanında bulabileceğini bilmesi, endişelerinin küçümsenmediğini görmesi, onunla empati kurmaya çalıştığımızı fark etmesi de ilişkimizi sağaltan yöntemler arasındadır.
Çocuktaki kaygının bizden kaynaklanması muhtemel olduğundan, ebeveynler olarak evhamlarımızla başa çıkmak adına işin ehlinden destek almayı da deneyebiliriz. Bu adım, duyduğumuz endişeyle barışmamızı, onu kabullenmemizi kolaylaştırır. Kendimizi daha iyi ve sakin hissetmek için gerçekle yüzleşerek zihnimizde yeni pencereler açmış oluruz böylece. Unutmayalım ki, bir çocuk için en iyi anne baba, onu seven ve önemseyen kendi anne babasından başkası değildir. Biz huzurlu ve sağlıklı olursak onlar da bu pozitif ahvalden beslenerek kendilerini daha mutlu hissederler.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Elif Özdemir - Semerkand Aile Dergisi Sayı: 170 s.36