Ana SayfaİSLÂMHastanın Namazı

Hastanın Namazı

İnsanın yaratılış amacı Allah’a kulluktur; namaz Allah’a kulluğun benzeri bulunmaz bir aracıdır ve dinin de direğidir. Müminler; farz, vacip ve sünnetlerine riayet ederek namazlarını eksiksiz ve devamlı kılarlar. Bilinci yerinde olan hiçbir mümin; hastalık, yolculuk, savaş hallerinde bile namazı terk etmez, imkanların elverdiği ölçüde -bazı rükünleri eksilterek de olsa- tüm müminler bu görevi yerine getirirler.

Namaz, akil ve baliğ olan her Müslümana farzdır. Dolayısıyla olağan durumlarda kılınmasına özen gösterildiği gibi hastalık gibi meşakkatli durumlarda da çoğu zaman terkine izin verilmemektedir. Ancak bazı hastalıklar veya bu hastalıkların tedavi sürecinde insanlar bilincini veya vücut direncini kaybedebilmektedirler.

Hastalığın veya tedavinin mahiyetine ve ağırlığına göre ya namaz sorumluluğu düşmekte ya edası tehir edilmekte ya da edasında bazı kolaylıklar sağlanmaktadır. Uzun süre komada kalan hastadan namaz sorumluluğunun düşmesi ve bayılan hastaya sonradan kaza etme imkanı verilmesi bunlardan bazılarıdır. Ayrıca gereği gibi eda edemeyenlere oturarak, yatarak ve ima ile namaz kılma, bazı durumlarda da -diğer mezheplerde- namazları cem etme ruhsatı verilmiştir. Zira Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın her şahsa, ancak gücünün yettiği kadar sorumluluk yüklediği (Bakara, 286) dinde güçlük bulunmadığı (Hac, 78), hastalara her konuda kolaylıkların getirildiği (Nur, 61) ve ibadetin ayakta, oturarak ve yan üzere yatarak yapılabileceği (Al-i İmran, 191) beyan edilmiştir.

Hz. Peygamber de (aleyhissalatu vesselam) bedensel hastalığı bulunan bir kişiye “Namazını ayakta kıl, eğer buna gücün yetmezse oturarak, ona da gücün yetmezse yan yatarak kıl. Buna da gücün yetmezse sırt üstü yatarak kıl. Zira Allah kimseye gücünün üstünde bir şeyi yüklememiştir” (Buhari, Taksir, 19; Ebu Davud, Salat,175) buyurarak, hastaların güçlerinin yeteceği şekilde namaz kılabileceklerini açıklamıştır. Fıkıh bilginleri de İslam’ın kolaylık ilkesinden hareket ederek, ayakta durmaya gücü yetmeyen veya ayakta durması hastalığının uzamasına yahut ilerlemesine sebep olacağı anlaşılan bir hastanın, namazını oturarak kılabileceğini; oturmaya da gücü yetmeyenin, yanı üzerine veya arkası üstüne yatarak ima ile namazını kılabileceğini ifade etmişlerdir. “İma”, namazda rüku ve secdeye işaret olmak üzere başı öne doğru eğmektir. Bu, ayakta yapılabileceği gibi, kişinin sıhhat durumuna göre oturarak, yanı üzere veya sırtüstü yatarak da yapılabilir.

Bir hasta, bir yere dayanarak namaz kılabildiği sürece, farz namazları oturarak kılamaz. Yine namazı bir süre ayakta kılabilecek gücü bulunan bir hasta, durabildiği kadar ayakta durur, bir miktar kıraatta bulunur, sonra oturarak namazını tamamlar. Hatta iftitah tekbirini ayakta alabilen bir hasta, bu tekbiri ayakta alır, sonra oturup namazını kılar. Oturarak namaz kılan kişi, rüku için başını öne doğru eğer ve secdeleri tam yapar. Ancak böyle bir hasta, bedensel bir özrü bulunduğu veya hastalığı ağır olduğu için secdeye kapanamazsa, o takdirde rüku ve secdeleri ima ile yerine getirir. İma edecek kişinin secdeyi rükuya göre daha fazla eğilerek yapması önemli bir husustur. Oturarak namaz kılmaktan da aciz olan bir hasta, yüzü kıbleye gelecek şekilde sırtüstü veya yan yatarak ima ile namazını kılar. Ebu Hanife’ye göre bir hasta başı ile ima yapmaya güç yetiremiyorsa, gözü veya kalbi veyahut kaşları ile ima edemez; namazını erteler, iyileşince kaza eder.

Hanefilere göre bir gün ve bir geceden daha az süre baygın kalan kişi, bu sürede geçen namazları kaza eder. Bir gün ve bir geceden daha uzun süre baygın kalan kişinin ise bu süredeki namazları düşer. Kısa süreli bayılmayı uykuya, uzun süreli bayılma ve komayı da delirmeye benzetmek, tıp literatürünün bu kavramlara yüklediği anlamla daha fazla uyumluluk göstermektedir. Hanefi mezhebinin bu konudaki görüşü günümüz tıp literatüründeki nitelendirmelerle de uyum içerisindedir.

Özürlünün Abdesti

İlmihal dilinde özürlü (özür sahibi); devamlı burun kanaması, idrarı tutamama, devamlı kusma, devamlı kanayan yarası olma gibi abdesti bozan ve kısmen süreklilik taşıyan bedeni rahatsızlıkları bulunanlara denilir. Bu kimselerin mübtela oldukları bu rahatsızlıklara da özür (mazeret) adı verilir. Bir kimsenin ibadet konusunda özür sahibi sayılabilmesi için özrünün, bir namaz vakti içinde abdest alıp namaz kılacak kadar bile kesilmemesi ve her namaz vaktinde en az bir defa tekrarlaması gerekir. Özür hali, sebebin tam bir namaz vakti süresince kesilmesiyle ortadan kalkar (İbn Abidin, Reddü’lmuhtar, I, 504-505).

Adet hali dışında akıntısı bulunan kadınlar ile sonda, dren gibi tıbbi cihazlara bağlı olarak tedavi gören hastalar da bu gruba dahildir. Ayrıca sürekli burnu kanayan, idrarını tutamayan, ishal olan, istem dışı yellenen kişiler de süre bakımından özür şartlarını taşıyorsa, özür sahibi kabul edilir. Aynı şekilde hastalık ve ağrı sebebiyle kulak, göz, meme gibi yerlerden gelen kan, irin ve yara suyu da özür kapsamında değerlendirilir. Normal durumlarda abdesti bozan şeyler konusunda özürlü kimseler için özel hükümler getirilerek bu kimselerin aşırı bir zorlukla karşılaşmadan ibadet etmesine fırsat tanınmıştır.

Özür sahibi kimse Hanefi mezhebine göre her namaz vakti için abdest alır. Zira Hz. Peygamber (aleyhissalatu vesselam) özür sahibi bir kadına böyle yapmasını bildirmiştir (Buhari, Vudu, 63). Özür sahibi, özür halinin abdesti bozmadığını varsayarak o vakit içinde aldığı abdestle, onu bozan yeni bir durum meydana gelmedikçe, dilediği kadar farz, vacip, sünnet, kaza namazı, cuma ve bayram namazı kılabilir, Kabe’yi tavaf edebilir, Mushaf’ı tutabilir. (Merğinani, el-Hidaye, I, 219-220) Ancak özür sahibinin abdesti namaz vaktinin çıkmasıyla bozulur. Dolayısıyla yeni namaz vaktinde tekrar abdest alması gerekir.

Özür sahibi kimsenin abdesti, özür hali dışında abdesti bozan diğer şeylerle bozulur. (Kasani, Bedai, I, 28) Mesela idrarını tutamayan ve bu sebeple özür sahibi sayılan kimsenin, burnunun kanamasıyla veya yellenmesiyle abdesti bozulur.

İLGİLİ YAZILAR

ÖNE ÇIKANLAR

ÖNERİLEN YAZILAR