Gençler Mi Yoldan Çıktı, Yoksa Yürünecek Yol Mu Kalmadı?
İnsan hayatının üç temel yönü bulunmaktadır. Bu yönler önem sırasına göre hayatın metafizik, fizik ve ahlakî yönüdür. İnsanın yaşadığı hayatı değerli kılabilmesi, onun hayatın bu üç temel yönüne ilişkin tutarlı tasavvurlara sahip olabilmesi ile mümkündür. Başka türlü ifade edecek olursak, insan ancak yaşadığı hayatı metafiziksel, fizikî ve ahlakî açıdan sağlam bir temele oturtabilirse kayda değer bir yaşam sürebilir. Hayatın metafizik açıdan sağlam bir temele yerleştirilmesi demek, insanın nereden niçin gelip nereye niçin gittiği sorusuna tutarlı bir cevap verilebilmesi demektir. Hayatın fizikî temeli, hayatın sürdürüleceği mekân olarak bu dünyanın maddi görünümü itibariyle ne şekilde inşa edilmiş bir dünya olması gerektiği sorusuna tutarlı bir cevap verilebilmesi demektir. Hayatın ahlakî temeli ise insan-insan, insan-hayvan ve insan-tabiat ilişkisinin ne şekilde kurulması gerektiği sorusuna tutarlı bir cevap verilebilmesi anlamına gelmektedir. Hayata metafiziksel bir temel bulmanın önemi, hayatın ancak bu şekilde anlamlandırılabilecek olmasında yatmaktadır. Fizikî temel bulmanın önemi, hayatın ancak bu sayede sürdürülebilir olmasında yatmaktadır. Hayata ahlakî bir temel bulmanın önemi ise, insan hayatının ancak böylelikle diğer hayat türlerinden ayırt edilebilir olmasında yatmaktadır. Peki, insana hayatın bu üç temel yönüne ilişkin tasavvurları temin eden kaynak nedir? Bu kaynağın adına “medeniyet” denmektedir. İnsan, içinde nefes alıp verdiği medeniyet küresinin kendisine sunduğu metafiziksel, fiziksel ve ahlakî cevaplardan hareketle yine bu alanlara ilişkin tasavvurlara, kavrayışlara sahip olur. Böylelikle nereden gelip nereye gittiğini, nasıl bir çevrede yaşamak için çabalaması gerektiğini ve kendisi dışındakilerle ne tür bir ilişki içerisinde olması gerektiğini bilir.
Medeniyet, üzerinde yürünen bir yola, hayat da o yol üzerinde gerçekleştirilen yürüme eylemine benzetilebilir. Yolcu bu yolun üstünde durmak ve yolu terk etmemek, yoldan çıkmamak suretiyle medeniyet küresinin içerisinde kalır. Böylelikle, yolcu yolda yürürken yüzünü gökyüzüne, uzaklara, fizik ötesine çevirdiğinde içinde bulunduğu medeniyet küresinin metafizik anlayışı ile karşılaşır. O sayede de niçin o yola çıktığını ve yürüdüğü takdirde nereye varacağını öğrenir. Yolcu, yürüyüşü yani hayatı esnasında bakışını yolun alt tarafına, bir diğer deyişle yolun üzerine inşa edildiği maddi temele yönelttiğinde, içinde bulunduğu medeniyet küresinin fizik anlayışı ile karşılaşır. Bu karşılaşma ona, üzerinde seyrettiği yolun nasıl bir yol olduğunu, ne derece sağlam bir zemin üzerine kurulduğunu gösterir. O sayede ise o yola güvenip güvenemeyeceğini, onun varılacak hedef için doğru bir yol olup olmadığını öğrenir. Son olarak, yolcu yürüyüşü esnasında yolda yer alan uyarı levhalarına dikkat kesildiğinde, içinde bulunduğu medeniyet küresinin ahlâk anlayışı ile karşılaşır. Bu uyarı levhaları ona yürüme kurallarını ve yürüyüşü sırasında diğer yolcularla kurulacak münasebeti öğretir. Yolcunun zikredilen tüm bu bakış hareketleri ve görme eylemleri, onun yolculuğunu gerektiği gibi, sağ salim tamamlamasına ve maksuda varmasına yardımcı olur.
Son iki yüzyıldır müslüman toplumların yaşadıkları modernleşme sürecini ve bu sürecin etkilerini tasvir sadedinde kullanılan değerlendirme ifadelerinden biri de müslüman toplumların yolunu şaşırdığı yahut yolunu kaybettiği ifadesidir. Kanaatimizce söz konusu ifade bu haliyle çok doğru değildir. Doğru ifade, müslüman toplumların yollarını ayaklarının altlarından yitirdiği şeklinde olmalıdır. Zira müslüman toplumlar asırlardır üzerinde yürüdükleri yol olan İslâm medeniyetini burada sayılamayacak pek çok nedenden ötürü terk etmiş, başka bir yol olan ve adına Batı medeniyeti denilen yol üzerinde yürümeye başlamışlardır. Haliyle yürüyüşleri esnasında artık yüzlerini gökyüzüne çevirdiklerinde bu yola/medeniyete ait metafizikle, yere çevirdiklerinde bu yola/medeniyete ait fizikle ve yol üzerindeki uyarı tabelalarına çevirdiklerinde ise bu yola/medeniyete ait ahlâkla karşılaştılar. Son iki yüz yıldır söz konusu metafizik, fizik ve ahlak tasavvuru müslüman toplumların yürüyüşünü yani yaşamını belirlemektedir.
Müslüman toplumlar ölçeğinden daha dar bir alana, bu toplumların genç nüfusunu oluşturan bireylere yöneldiğimizde, bu bireylerde karşılaşıldığı söylenen bozulma olgusunun da gençlerin yoldan çıkması ifadesi üzerinden dile getirildiği, somutlaştırılmaya çalışıldığı görülmektedir. Yukarıdan beri başvurulan medeniyet- yol benzetmesini hatırda tutacak olursak, kanaatimizce bu ifade de doğru değildir. Soruyu şöyle sorarsak kastımız daha iyi anlaşılabilir. Üzerinde fiilen yürünebilecek bize ait bir yol var mı ki gençlerin bu yoldan çıktığından bahsedilsin? Bu soruya cevabımız, modernleşme döneminin başlangıcından itibaren böylesi bir yolumuzun olmadığı şeklindedir. Dolayısıyla ne özel olarak gençleri ne de bir bütün halinde müslüman toplumları zaten olmayan, üzerinde yürünmeyen bir yoldan çıkmakla itham etmek bizi problemin çözümüne yaklaştırmaz. Problem; metafizik, fizik ve ahlâk tasavvurlarımızın özünde müslüman kimliğine ait olmayıp onunla bağdaşmayan bir yapıda olmasıdır. Çözüm de bu kimlikle bağdaşacak yeni tasavvurlar inşa etmekle mümkündür. Diğer bir deyişle, bize üzerinde yürünecek yeni bir yol yani yeni bir medeniyet küresi lazımdır. Elbette ki bu ne sözle gerçekleşebilecek ne de akşamdan sabaha meydana gelebilecek bir şeydir. Ancak en azından sorunun ne olduğunu doğru anlamak iyi bir başlangıç noktası teşkil edecektir. O nedenle, öncelikle müslüman toplumlar olarak kendimizi veya bu topluluğun parçası olarak gençleri zaten halihazırda var olmayan bir yoldan çıkmakla sürekli itham etmekten vazgeçmeliyiz. Ardından, yolsuz kalışımızı kendimize anlatmaya ve kendimizi metafiziksel, fiziksel ve ahlâkî tasavvurlarımız bakımından ciddi sorunlara sahip olduğumuza ikna etmeye çalışmalıyız. Sonrasında ise, tüm gayretimizi teşhisi doğru konulmuş o sorunlara çözüm bulma yönünde sarf etmeliyiz.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
İbrahim Aksu - Mostar Dergisi Sayı:181 s.8