Ermeni Soykırım Yalanı
Ağıdı yakılmamış acılarımızdan birini, 19. yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başını tutan dönemde yaşadık. 1895 yılı ile 1920 yılı arasında geçen 25 senelik sürede on binlerce insanımız, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgemizde Rus ordusu ile birlikte hareket eden isyancı Ermeni çetelerince katledildi.
Osmanlı Devleti’nin “millet-i sadıka” olarak gördüğü Ermeni toplumunun bir bölümü; İngiliz/ Amerikan misyonerlerinin şartlandırdığı gençleri, İngiliz/Fransız/ Rus devletlerinin kurdurup yönlendirdiği çeteleri ve Vatikan’ın tahriklerinin etkisi altındaki kimi papazları vasıtasıyla bu hareket içinde yer aldılar ve vatandaşı oldukları devlete ihanet ettiler. Devlet-i Aliyye’ye ihanetleri gibi, bin yıldır birlikte yaşadıkları Müslüman Türk milletine yaptıkları da aynı şekilde bir ihanet idi ve üstelik son derece acımasızdı. Öyle acımasızlardı ki o dönemde açtıkları yaraları sonraki yıllarda da deşmeye ve kanatmaya devam etmekte bir beis görmüyorlardı. Üstelik yine batılı medya ile resmî kurumlar ve sivil toplum kuruluşları üzerinden yürüttükleri acımasız ve ahlâksız bir kampanya ile devletimizi ve milletimizi soykırım suçlaması baskısı altında tutmaya çalışıyorlardı.
Yaşattıkları acılar yetmezmiş gibi, acılarımızı çalmaktan ve kendilerine mâl etmekten de çekinmiyorlardı.
Batı’nın Soykırım Oyunu
ABD ve kimi Avrupa ülkelerinde yaşayan Ermenilerin dünya finans ve medya ağı desteği ile biteviye sürdürdükleri ve her yılın 24 Nisan’ında dünya kamuoyuna dayattıkları sözde soykırım hikâyesinin ilk satırı isyan ise, son satırı da ihanet olsa gerektir. Yalan hikâyesinin ilk satırı isyan olsa gerektir çünkü bütün dünyaya soykırım hikâyesi olarak anlattıkları olayların başlangıcında, dönemin dünya emperyal güçlerinin bin yıllık Şark Meselesi davası uğrunda, Ermenileri Osmanlı Devleti’ne karşı isyan ettirip koçbaşı olarak kullanma stratejisi vardır. Şer şebekesi bellidir: İngiltere, ABD, Rusya, Fransa ve elbet üstü biraz kazındığında altından sinsi sinsi sırıttığı hemen fark edilecek olan küresel Siyonist organizasyon.
Prof. Dr. Jeremy Salt, bu durumu şöyle ifade eder: “Emperyalizmin arkasındaki itici güçler hakkında o kadar çok şey yazılmıştır ki artık daha fazlası gereksiz olacaktır. Fakat bu itici güçleri hesaba katmaksızın Osmanlı İmparatorluğu ile Avrupa arasındaki ilişkiler hakkında bir araştırmaya başlamak da mümkün değildir.” Jeremy Salt bu tespiti yaptıktan sonra lafı Avrupalıların kendi maksatlarına ulaşmak için Osmanlı içindeki dinî toplulukları kullanma politikasına getirir: “Avrupalı güçler bu toplulukları ayrıca kendi çıkarları için de kullanabilirlerdi ve kullandılar da.” Avrupalı güçlerin kullandığı gruplardan biri de Osmanlı Ermenileri idi. Dr. Eray Bayramol’a kulak verelim: “Osmanlı hâkimiyeti altında bu kadar rahat, huzur ve serbestlik içinde yaşayan Ermeniler, Rusya ve diğer Batılı ülkelerin kışkırtmalarıyla kültürel, ticarî, sosyal ve siyasî açılardan Türk toplumundan kopma noktasına geldi. Diğer taraftan ülke içinde ve dışında kurulan, teşkilatlanan, silahlanan Ermeni komiteleri, Patrikhane ve kiliselerin yıkıcı faaliyetleri sonucu kanlı olaylara sebep oldu.” Bu, aynı zamanda yalan hikâyesinin son satırıdır ki tam anlamıyla bir ihanettir.
Hınçak ve Taşnak Örgütlerinin Lağvi
Düvel-i Muazzama’nın hazırlayıp tahrik ve organize ettiği isyan hareketlerinin icrası için bu dönemde çeşitli Ermeni örgütleri kurulur. Bunların en önemlileri 1887 yılında kurulup 1890 yılında isyan ve katliam hareketlerine başlayan Hınçak Partisi (Örgütü) ile 1890 yılında aynı şekilde faaliyete geçen Taşnak Sütyun Partisi (Örgütü) idi.
Şark Meselesi’nin stratejistlerinin koçbaşı olmaya gönüllü olan Ermeni terör örgütleri, etki altına aldıkları Ermeniler vasıtasıyla Osmanlı topraklarında Doğu ve Güneydoğu vilayetleri ağırlıklı olmak üzere, 1895 yılı ile 1920 yılı arasında (otuzdan fazlası büyük çaptadır) sayısız isyan hareketine girişirler. Osmanlı devleti bunları bastırır. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile tekrarlanan hadiseler çok daha vahimdir.
Yapılacak tek bir şey vardır: bu da böyle gaddarca şeylerle karşılaşan her devletin yapacağı şeydir ve Osmanlı Devleti de bunu yapmıştır. Prof. Dr. Justin McCarthy de aynı şeyi söyler: “Ermeni ayaklanmasına Osmanlıların tepkisi, diğer devletlerin 20. yüzyılda vereceği kararın hemen aynısı oldu; (…) köklü bir tedbir olarak, halen savaş ortamı olan veya muhtemel savaş sahası olacak yörelerde yaşayan Ermeni halkı zorunlu göçe tâbi tutma kararı aldılar.”
Meseleyi, Prof. Dr. Salahi R. Sonyel, bütün ayrıntıları ile anlatır: “Osmanlı yönetimi, Türk hatları arkasında geniş kapsamlı bir isyan çıkması; Osmanlı ordusunun birçok kesimlerinde savaşmak zorunda bırakılması ve ulaşım hatlarının tehlikeye girmesi olasılıklarını dikkatle inceledikten sonra, (…) 24 Nisan 1915’te İstanbul ve öteki illerde faaliyette olan Hınçak, Taşnak şubelerini derhal kapatmaya karar vermişti. 26 Mayıs’ta, Osmanlı Başkomutanlığı, Ermenilerin, isyan çıkaramayacakları yerlere yerleştirilmeleri kararı almıştı (…) bunun üzerine, 27 Mayıs’ta geçici olarak tehcir yasası geçirilmişti.”
Dikkat ediniz, 24 Nisan tarihi, sözde soykırım hadisesi veya tehcirin değil, Osmanlı hükümetinin Hınçak ve Taşnak partilerini (örgütlerini) lağvetme tarihidir.
Fransız araştırmacı Georges de Maleville, 1988 yılında Paris’te yayınladığı “1915 Ermeni Trajedisi” adlı kitabında şöyle yazar: “Türkiye’nin düşmanlarının ısrarla öne sürdükleri fikir, imha plânı ve soykırım olmamıştır. Alınan tedbirlerin kronolojik sıralaması da bunu doğruluyor. (…) Bu tedbirin amacı gayet açıktır. Ermenilerin bir ihtilâl ocağı haline gelmelerini önlemek söz konusudur.”
Yukarıda Justin McCarthy’nin kabul ettiği gerçeği, Maleville de kabul eder: “Bütün ülkelerde, savaşan orduların kurmayları, savaş bölgesinde bulunan ve birliklerin hareketlerini engelleyen toplulukları geri bölgelere doğru boşaltırlar. Hele hele bu topluluklar hasmane davranıyorsa. Osmanlı hükümetini bu kararları almaya iten sebepler tamamen meşrudur.”
Yakın tarihte bunun başka örnekleri de vardır. Meselâ İngiltere I. Dünya Savaşı’nda Almanları, II. Dünya Savaşında Almanlar Belçikalıları, Ruslar Polonyalıları, ABD kendi Japon asıllı vatandaşlarını tehcire tâbi tutmuştur.
Osmanlı yetkilileri tehcirin sorunsuz gerçekleştirilmesi konusunda gerekli tüm talimatları vermiş, tedbirleri almaya ve uygulamaya çalışmış, bu konuda pek çok yönerge yayınlamıştır. Bu konuda Doç. Dr. Cemalettin Taşkıran’ın arşivlerden derlediği belge ve bilgiler çok nettir: “Talât Paşa, 26 Mayıs 1915’te Başbakanlığa bir önerge vermiştir. Bu önergede, tehcir edilenlerin iskân bölgesine sıkıntı çekmeden gidip yerleşmeleri, mal ve can emniyetinin sağlanması, kendilerine -eski durumlarına göre- emlâk ve arazi verilmesi, gibi son derece teferruatlı konular yer almıştır. Talât Paşa’nın bu teklifi 30 Mayıs 1915’te Meclis-i Vükelâ’da aynen kabul edilmiş ve kanunlaşmıştır.”
Bununla birlikte tehcir esnasında istenmeyen kimi hadiseler de yaşanmıştır. Doç. Dr. Taşkıran, Osmanlı Devleti ve hükümetinin bu elim hadiseler karşısında tepkisiz kalmadığını da yine arşiv belgeleri üzerinden ortaya koyar: “Osmanlı hükümeti tehcir sırasında kötü niyetli ve kasıtlı davranışlarda bulunanlar hakkında hemen soruşturma açtırmış, tehcir sırasında Ermenilere kötü muamelede bulunan, yolsuzluk yapan ve soruşturma komisyonlarınca (aralarında bazı mahalli idarecilerin de bulunduğu) suçlu bulunanlar Divân-ı Harp Mahkemeleri’ne verilmiş, bütün Osmanlı vilâyetlerinde toplam 1397 kişi yargılanmış ve bunların çoğu idam dâhil çeşitli cezalara çarptırılmıştır.”
Bu kadarla da kalmaz. Osmanlı Devleti 1919 yılı Şubat ayında, tehcir esnasında yaşananların araştırılması ve işlenmiş olan suçlardan sorumlu olanların tesbit edilmesi maksadıyla milletlerarası bir komisyon kurulması için dünyaya bir çağrıda bulunur. Salahi Sonyel hocadan okuyalım: “Ancak Bağlaşıklar ve özellikle İngiltere, bu komisyonun kurulmasını önlemişti çünkü yansız devletlerin temsilcilerinin bu komisyona katılmalarını istemiyordu. Bunun da nedeni, herhalde, bu komisyonda alınacak kararlar Türk-Ermeni çatışmasından bizzat bağlaşıkların sorumlu olduğunu ortaya çıkaracaktı.”
Nitekim İngilizlerin Malta’da kurmuş oldukları askerî mahkeme, Ermenilere katliam yapma, buna sebebiyet verme, göz yumma gibi çeşitli sebeplerle tutuklanmış olan Osmanlı devlet adamları ve yetkililerini, mahkemenin İngiliz askerî savcısının bu insanları suçlamaya ve mahkûm etmeye yetecek deliller bulunmadığı yönündeki açık ve net beyanı ile beraat ettirmek ve serbest bırakmak zorunda kalmıştı.
Türkiye bugün de aynı çağrıyı dünyaya açıkça yapmaktadır. Cumhurbaşkanlığı, devletimizin bu konudaki tavrını en son 08 Mayıs 2018 tarihinde konuyla ilgili yapılan açıklamada bir kez daha ortaya koymuştur: “TSK arşivi tamamen açılmıştır, artık incelemeye hazırdır. Cumhurbaşkanlığı arşivi açılmıştır, incelemeye hazırdır. Yüreği yeten varsa gelsin. Özellikle sözde Ermeni soykırımı iddiasında bulunanlara sürekli bu çağrıyı yaptık. Yüreğiniz yetiyorsa buyurun, biz arşivlerimizi açıyoruz, siz de arşivlerinizi açın.”
Türkiye’nin çağrısını ve haklılığını Fransız araştırmacısı Yves Bernard da 2017 yılında yayınladığı “Türk-Ermeni Görüş Ayrılığına Yeni Bir Bakış”adlı kitabında yine arşiv belgeleri eşliğinde dünyaya ilan etmektedir: “Kesin olan şu ki Türkler, Ermenilerden daha fazla katliam kurbanı olmuştur. Bu kesin bir gerçek. Türkiye, soykırım yapmamıştır. Uluslararası toplumun Türklerin savunduğu görüşü kabul etmesi için Ermeni hükümetinin arşivlerini açması gerekir. Ermeni hükümeti arşivlerini açmıyorsa doğruyu söylemiyor demektir. Ermeni hükümetinin yanı sıra Fransa, İngiltere, Rusya gibi ülkelerin de ellerinde belgeler vardır ve onların da arşivlerini açması gerekmektedir. Bu ülkeler arşivleri açmak istemiyor çünkü ‘Türkiye soykırım yapmamıştır.’ gerçeğiyle yüzleşmekten korkuyorlar.” Yves Benard, “Ermeni Soykırımı, Ya Bize Yalan Söyledilerse?” adlı kitabın da yazarıdır.
Arşivlerimiz açık. Alnımız da… Ecdadımız yüz kızartacak bir iş yapmadı, utanılacak bir miras bırakmadı, saklanacak bir tarih yazmadı.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Mostar Dergisi - Sayı: 170 s.25