Görüş Bildir

Ekmeğin Hikayesi

Ekmeğin hikayesi. Ekmeğin tarihi. Ekmeğin kültürümüzdeki yeri.

Ekmek emektir, ekmek yemektir.

Ekmek kimi derde, kimi sevince katıktır.

Ekmek paylaşmaktır; yokluğu, varlığı.

Yokluktaki varlıktır ekmek.

Kimine hayatın tadı kimine hayatta kalmanın adıdır.

Denilebilir ki ekmeğin tarihi insanlığın tarihidir. Ekmeksiz sofra düşünülemez ve her türlü yemek ekmekle yenir. Ekmek, eğer katıksız yani yemeksiz yeniyorsa yavan ekmektir. Yavan ekmek de bir zamanlar Anadolu köylerinin tek besin maddesidir. Ekmeğin tek başına yendiğini belirtmek için de “kuru ekmek” deyimi kullanılır. Yemek yoksa ekmeğe soğan katık edilir.

Soğan-ekmek de yabana atılacak bir ikili değildir zira insanın ihtiyaç duyduğu temel vitamin ve mineralleri içermektedir. Bitlis’te şöyle bir hadise anlatılır durur: Ölen birinin başında arkadaşı bir yandan ağlar bir yandan da şöyle dermiş: “Ekmek çok, soğan çok sen niye öldün?” Öyle ya, ekmek ve soğan varsa niye ölünsün?

Bir zamanlar ekmek yerine Farsça “nan” kelimesi kullanılmıştır. Osmanlı’da ekmek, “nan-ı aziz”dir yani kutsaldır. Yediği ekmeği, geçimini sağladığı işi inkar eden kişiye de dilimizde nankör denilmektedir. Ekmek, nimettir; ekmeği reddeden, ekmeğe şükretmeyen ekmeğin, nimetin sahibine nankördür.
 

Ekmeğin Hikayesi


“Ekmekçi, elindeki hamuru kimi yumuşaklıkla, kimi sert-sert yoğurur, yoğurdukça elinin altındaki hamurdan ‘çak-çak’ diye sesler çıkar. Kimi genişliğine tahta üstüne yayar onu, kimi derler, toplar, bir yumak haline getirir. Kimi su serper ona, kimi tuz eker; kimi de tandıra yayar, ateşle mehenge vurur onu.” Mevlana, Mesnevi’sinde bir ekmekçinin ekmeği nasıl hazırlayıp pişirdiğini böyle anlatmaktadır. İşte bu, bir ekmeğin soframıza nasıl geldiğinin hikayesidir. Ekmeğin kendi hikayesi vardır bir de. Bu hikaye de insanın hikayesi ile birlikte başlamış ve birlikte devam edecektir.

Hikayede ekmek Hz. Adem’e (aleyhisselam) dayandırılır. Hz. Adem yeryüzüne gönderilince Cebrail (aleyhisselam) yeryüzüne buğday getirmiş, Hz. Adem’in yediği ilk yiyecek de bu buğdaydan yapılan çorba olmuştur. Buğday aşı çorbasına bu sebeple “baba aşı” çorbası da denilir. Daha sonra Cebrail (aleyhisselam) Hz. Adem’e (aleyhisselam) buğdayı un, unu da hamur haline getirmesini ve hamuru pişirip ekmek yapmasını öğretir. Bu sebeple ekmekçilerin pirinin Hz. Adem olduğuna inanılır.
 

Çeşit Çeşit Ekmekler


Anadolu’da ekmek kimi zaman buğday ekmeğidir kimi zaman mısır ekmeği. Kimi zaman yufkadır kimi zaman bazlama. Kimi zaman tandır ekmeğidir kimi zaman sac ekmeği. Kimi zaman da fırında kızgın taş üzerinde pişer, pişer. Yufka ekmekleri evlerde genellikle topluca ve komşu kadınlarla yardımlaşarak sacda pişirilir, geniş sepetlerde istiflenerek yüksekçe bir yerde üstü örtülü vaziyette saklanır. Yazdan hazırlanıp kış boyu yenebilir. Kuru ve çıtır çıtır haliyle uzun süre saklanabilen bu yufkalar sofraya getirileceği zaman da suyla ıslatılır. Bu ekmekler yemeklerle birlikte yenildiği gibi dürüm yapılarak da yenilir.

Şiirlere de giren yufka ekmeği, şair Basiri’nin beytinde yapraklar halindeki ince hamuru dolayısıyla bir benzetme unsuru olarak kullanılmıştır. Şairin tasvirinde sofra deftere, üzerindeki yufkalar da bu defterin varaklarına yani yapraklarına benzetilir. Fırın ekmeği ise çarşı ekmeğidir. Tandır, köy evlerinin bahçelerinde bulunur ve Anadolu evlerinde tandırın bulunduğu bölüme “tandırevi” denir. Arapçadan Türkçeye geçmiş olan tandır kelimesinin aslı “tennur”dur. Yere çukur kazılmak suretiyle yapılan bir fırındır. İçerisinde çeşitli yemekler pişirildiği gibi ismini bu fırından alan ekmekler de pişirilir. Tacizade Cafer Çelebi, bahar mevsimini tasvir ettiği bir şiirinde güllerin açılmasıyla tandır ekmeğinin yapılması arasında bir ilişki kurmuştur. Gül fırıncıya, güneş tandır ateşine, gonca da fırına benzetilir. Her sabah güneşin dünyayı ısıtmasıyla goncalar açılır ve güller ortaya çıkar. Sabahleyin tandırın ısınmasıyla da tandırdan taze ekmekler çıkar.

Sacda pişirilen yuvarlak bir ekmek çeşidi olan bazlama yahut bazlamaç da Anadolu sofralarının vazgeçilmezidir. Özellikle sıcak bazlamayı üzerine tereyağı sürüp yemeyi kim istemez ki? Sultan Veled de şiirinde cennet yemeğinden bir çanak isterken Allah’tan bu yemeğin yanında iki üç bazlama istemektedir:

“Uçmak aşından dilervem bir çanak Nur hamirinden iki üç bazlamaç”

Bir de somun biçiminde tayın ekmek vardır ki bir tür asker ekmeğidir. Her askere günlük belli miktarda verildiği için bu ekmeğe tayın denilmiştir ve asker azığı olarak nitelendirilmiştir. Savaş veya kıtlık zamanlarında vatandaşa karne ile dağıtılan ekmeğe de tayın ekmek denilmiştir. Yakın tarihimiz Çanakkale’de, Kafkaslarda tayın ekmeğini bulamayan askerlerin hatıralarıyla doludur.

Trabzon Vakfıkebir ekmeği, Afyon ekmeği, İspir ekmeği gibi şekilce ve içerdikleri farklı özellikler dolayısıyla üretildiği şehrin ismiyle nam almış ekmekler de vardır. Malatya’da da bir Kınalı ekmek vardır. Bu ekmeğe özel bir önem atfedilir ve ekmek, bayram gibi özel günlerde pişirilir; ekmeğin baş tacı, sultanı olarak nitelendirilir. Bu ekmek için önce değirmende öğütülmüş tam buğday unu; su, tuz ve maya ile karıştırılarak yoğrulur ve elde edilen hamur üzeri bez örtü ile ya da tepsiyle kapatılarak akşamdan mayalanmaya bırakılır. Sabah kalkınca hamurun üstü açılır ve besmele çekilip, “El benim elim değil Fatma anamızın eli, Allah Halilullah bereketi versin” denilerek süt, yumurta, tereyağı, un, kaymak, çörek otu, boz çörek otu, susam, karbonat, dövülmüş ceviz ve tuz ile oluşturulan ve “kınalı yüzü” olarak ifade edilen orta kıvamda bir harç hazırlanır. Bu harç, ekmek pişirmeye başlamadan önce açılan ekmek hamurunun üzerine sürmek üzere kınalı ekmeğin yüzünü kızartmak için eklenen bir malzemedir. Pişen ekmek yakılmış kına rengine ne kadar çok benzerse o kadar makbul olur. Kınalı ekmek yapıldığında konu komşuya dağıtmak da adettendir.

Günümüzde ekmek hamuruna ya da ekmeğin üzerine eklenen zeytin, ceviz, ay çekirdeği, üzüm gibi gıdalar veya üzerine serpilen, tat ve koku veren susam, çörekotu gibi lezzetlerle tatlanan çeşitli ekmekler üretilmeye başlanmıştır. Bu ekmekler cevizli ekmek, haşhaşlı ekmek, zeytinli ekmek gibi isimlerle anılır. Ekmekler, unu kullanılan tahıla göre mısır ekmeği, çavdar ekmeği, tam buğday ekmeği, sarı buğday ekmeği gibi isimlerle de anılır. Bu ekmeklerin yanı sıra ekmek tatlısı, ekmek kadayıfı gibi tatlılar da ekmek ile isimlendirilmiştir.
 

Dilimizde Ekmek


Ekmek hayatımızın o kadar içindedir ve varlığına o kadar alışılmıştır ki varlığı belki ancak yokluğuyla anlaşılır. Hayatın bu kadar içinde olan ekmek dilimizde de kendine önemli bir yer edinmiştir.

Ekmek kimi zaman hayatta kalma becerisi olur ve hayatta kalmak için geçimini en zor şartlarda bile sağlayanlara “Ekmeğini taştan çıkarır” deriz. İşin ehline emanet edilmesini vurgulamak için “Ekmeğini ekmekçiye ver, bir ekmek de üstüne sen ver” deriz. Önüne çıkan fırsatları değerlendirmeyen kişiler için “Ekmeğini yağıyla tepmek” deyimini kullanırız. “Ekmeğini eline almak” meslek sahibi olup geçimini sağlamayı, “Ekmeğinden olmak” işinden olmayı anlatır. Geçimi sağlamanın zorlaştığını anlatmak için, “Ekmek aslanın ağzında” deriz. Yan gelip yatan, geçimini başkaları üzerinden kazananlar için de “Ekmek elden su gölden” deriz. “Ekmek çarpsın” diyerek yeminlerimize ortak ederiz kimi zaman da. Kutsallık atfederiz ekmeğe, yerde görsek kaldırır, öpüp yüksek bir yere koyarız.

Vatanımızın ekmeğini yedik, çalıştığımız işin ekmeğini yedik, ana babamızın ekmeğini yedik. Bunlara hor bakanlara, hainlik edenlere nankör deriz.

Nan ekmektir, nan nimettir. Nankör nimeti bilmeyendir. Asıl nankör ise nimetin sahibini tanımayandır.

Ekmek kapısı oldu, ekmek parası oldu, ekmek kavgası oldu; nice nice anlamlarda, deyimlerde kendine yer buldu. Hayatın anlamlarından biri belki de buydu.
 

Ekmeğe Hürmet, Hayata Hürmet


Ekmek emektir, binbir emekle önümüze konandır. Ekmeğe saygı, emeğe saygıdır. Ekmek nimettir. Ekmeğe hürmet nimete, nimetin sahibine hürmettir. Ekmek, üretildiği toplum, kültür ve coğrafyaya göre değişse de bütün sofraların ve sofralardaki bütün yemeklerin vazgeçilmezidir. Hayatta kalmanın da önemli unsuru görüldüğünden kültürümüzde hayata ve nimete, hayatın ve nimetin sahibine hürmetin bir ifadesi olmuştur ekmeğe hürmet. Böylece ekmek yerde görülse alınmış, öpülüp baş üstüne konarak yüksekçe bir yere kaldırılmıştır. Sofrada ekmek ile çatal, bıçak temizlemek hoş karşılanmamış, üzerine tuzluk gibi nesnelerin konması uygun görülmemiştir.

Hürmetle ilgili bir hikaye anlatılsa ekmekle anlatılabilir.

Nankörlükle ilgili bir hikayede ekmek geçebilir.

Vefayı anlatsa bir hikaye, içinde tuzekmek hakkı olabilir.

Yokluktan, kıtlıktan dem vursak ekmekle anlatırız.

Allah kuru ekmeğe muhtaç etmesin, deriz.

Varlığın da yokluğun da hikayesidir ekmek.

İnsanın hikayesidir ekmek.


Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:214 s.40



nizami hayat logo