Görüş Bildir

Değersizlik Hissinin Öteki Yüzü: Kibir

Değersizlik hissinin öteki yüzü. Değersizlik ve kibir ilişkisi.

İnsanın en temel ihtiyacı bağlanmadır. Bu bağlanma ilkin anneden başlayıp sonrasında yavaş yavaş kişinin tüm çevresine yayılır ve nihayetinde insan, kendisini halka halka büyüyen bir aidiyetler zincirinin içerisinde bulur.

Kendi içimizde güveni tesis etmemiz ve bulunduğumuz gruba -ailemize, dilimize, vatanımıza, dinimize- güvenli bir bağlılık geliştirmemiz, benlik algımızın güçlü ve sağlıklı olabilmesi için gereklidir. Kişinin kendisini sevmesi; ailesini, arkadaşlarını kollaması bu aidiyet duygusundan alır kaynağını. Öyle ki kalbimiz onlardan yana atar. “Bizim gibi”, “bizden” birini görünce sevinir, mutlu oluruz.

Fakat insan, bu temel güveni tesis edemediğinde kendisine ve içerisinde olduğu aile, arkadaşlık gibi gruplara olan güvenini kıyaslama yolu ile kurmaya başvurur. Temelsiz ve dayanaksız da olsa bir aidiyet kurabilmek için “Onlar kötü, ben iyiyim”, “Onlar yanlış, biz doğruyuz” düşüncelerine inandırır kendisini.

Bir başkasına yönelik üstünlük hissinden kaynaklanan bu düşünce esasen kibrin de kaynağıdır. Kibir, bu anlamda insanın kendisini, ailesini, arkadaş çevresini sevmesi değil de başkalarını aşağı görüp, kendi aidiyetlerini bu hiyerarşi üzerine bina etmesidir. Jacques Ranciere’nin şu sözleri meseleyi güzel özetler: “Yüksek sesle ‘Ben de ressamım!’ demekte kibir yoktur. Kibir, başkalarına ‘Yoksa siz ressam değil misiniz?’ diye fısıldamaktadır.”

Kendi konumundan tedirgin insanlar, kendi değerlerini bir başkasının üzerinden kurmaya meylederler. Etraflarında gördükleri her kişiyi bu kıyaslamaya dahil edip kendi içlerinde onlardan üstün olduklarını ispat etmeye çalışırlar. Kendilerini değerli hissedebilmek için başkalarından üstün olmaları gereklidir çünkü. Bu sebeple kendi değerlerini ispatlamaya yönelik bitmek bilmez bir çaba içerisinde olurlar.

Yetiştirilme şeklinin, kişide bu gibi duyguları hazırlayıcı bir etkisinin olduğundan söz edebiliriz. Örneğin hataya tahammülsüz ebeveynler çocuklarının mükemmel olmasını, her zaman başarılı olmalarını, tam not almalarını, son derece muntazam konuşmalarını isterler. Çocuklarına sevgileri koşulludur. Çocuk da yalnızca kusursuz olduğunda sevildiğini, değer gördüğünü hisseder. Fakat mükemmel olmak, insan için imkan dahilinde değildir. İnsan, kusurlu olmak ile yazgılıdır. Bu durumda çocuk, değerli hissetmek için olmayan bir şeye inandırır kendisini. Kendi gerçekliğini çarpıtır, kusurlu doğasını yadsır, büyülü bir kendilik imgesi oluşturur.

Kibir, bu anlamda, değersizlik duygularına karşı geliştirilmiş bir savunmadır aslında. Kendi içinde değerli hissedemediği için kişi, sahip olduğu şeyler üzerinden kurar değerini. Örneğin başarısı sebebi ile kendisini üstün gören biri, başarısız olmayı kabul edemez, kendisini sadece başarı elde ettiğinde değerli görür. Böyle bir kişi diğer insanlara da bu gözle bakacak, başarısız insanlar onun gözünde değersiz olacaktır.
 

Kibre Dair Bir İşaret


Ahlak kitaplarında soru soramamak, kibre dair bir işaret olarak alınmıştır. Soru sormak, bilgisizliğin tasdikidir. İnsan ancak bilmediğini kabul ettiğinde soru sorabilir. Fakat kibirli kişi, soru sormayı yani bilmemeyi kendisine yakıştıramaz, bunu bir düşkünlük olarak addeder. Bu son derece insani zayıflığın kendisinde olmasını kabul edemez.

Halbuki insanın iyiye yönelebilmesi için zayıf ve kusurlu hali ile kendisini kabul etmesi, kendisine çarpıtmalardan uzak, objektif bir gözle bakabilmesi gereklidir. Bu esasen kişinin kendisine her koşulda arka çıkması; kendisini yalnız bırakmamasıdır. Fakat kendisine sevgisi koşullu olan biri, ancak belli koşullar altında değerli ve sevilmeye layık hisseder ve bu sevgiyi her an kaybetme ihtimalinin korkusu ile yaşar. Bu da sahip olduklarına daha sıkı bağlanmasına yol açar. Örneğin güzelliğine, başarısına, zenginliğine… Kibirli bir insanın büyüklenmeci bakışlarının berisinde bu sebeple hataları ve zaafları ile kabul edilmeyi bekleyen zayıf bir çocuk vardır.

İnsan hataları, zaafları ve yaraları ile insandır. Hiçbir insan eksik olmaktan beri değildir. İnsan bu gerçeği kabul ettiğinde ve kendi doğasını, yani acizliğini inkar etmediğinde haline tevazu hakim olur. Bu da hem kendimizi geliştirmenin hem de insanlarla hasbi ilişkiler kurabilmenin koşuludur. Kibir ise insanın insan olmasına yani kul olmasına izin vermeyen, böylelikle kişiyi esaret altına alan bir duygudur. Kibirli kişi, kibri sebebi ile başkaları ile sahici ilişkiler kurma şansını da kendini geliştirme şansını da yitirir. Çünkü tam olduğunu, üstün olduğunu düşünen biri için tekamül söz konusu değildir.


Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:216 s.18



nizami hayat logo