15 Temmuz Öncesi ve Sonrasında Fetö’nün Hedefleri
15 Temmuz hain darbe girişimin üzerinden yıllar geçse de, menfur girişimi savuşturmuş olsak da içte ve dışta ülkemizi tesiri altında bırakmaya devam ediyor. Çünkü bu darbe girişimi, sadece askeri bir yönetimin başa gelmesine yönelik bir teşebbüs değildi. İslâm’ın bin yıl bayraktarlığını yaptıktan sonra izmihlale uğramış bir milletin yeniden uyanma ihtimaline karşılık yarım asır öncesinden planlanmış ve öncelikle manevi değerleri istismar ederek ülkenin maddi manevi bütün köşe başları ele geçirilmek suretiyle küresel güçlere hizmet eden hain bir güruhun ayyuka çıkmasıyla alelacele girişilmiş bir darbeydi. Allah Teâlâ’nın yardımı, ülkemizin imanlı idarecilerinin ve halkının feraset ve cesaretiyle maksatlarına ulaşamadılar. Ancak 15 Temmuz hainlerinin büyük kısmı –özellikle elebaşları- arkasını dayadıkları ülkelere sığındılar. Ülkemizde geniş bir temizlik yapılsa da, bu hain güruhun başından beri takiyyeci bir karaktere sahip olması ve çok kolay kılık değiştirip muhalif ve sapkın grupları istismar etmesi, darbe sonrası en çok dikkat edeceğimiz hususlardan… Çünkü maksadından vazgeçmeyen Fetö, taktik değiştirerek zihinleri bulandırmaya, içte ve dışta karalamacı propagandalarına devam ediyor.
Bize düşen 15 Temmuz’u öncesi ve sonrasıyla zamanın unutturucu rüzgârlarına terk etmeyip bir ibret vesikası olarak tarihe kaydetmektir. Dolayısıyla 15 Temmuz’u ve Fetö’yü hakikate perde olacak hamasi nutuklara boğmadan her yönüyle incelemek ve irdelemek gerekiyor. Bu bize evvela Fetö’yü, yöntemlerini ve maksadını anlama imkânı sunacaktır. Böylece yılanın bizi yeniden aynı delikten ısırmasına engel olabiliriz. Buna ilaveten gelecek nesillere bu günlerimizi, daha sıhhatli idrak edebilmeleri için birer ibret levhası olarak bırakabiliriz.
15 Temmuz’a sadece bir darbe ve Fetö’ye de münferit bir ihanet hareketi olarak bakarsak büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz. Bir asır öncesinde İslâm dünyasının hangi sorunlarla uğraştığını ve hangi müttefik güçlerce kuşatıldığını hatırlarsak, Fetö ve maksatlarını daha kolay anlarız. Usûl ve hareket tarzı farklı olsa da, hedefler her zaman aynıdır. Bir asır önce Osmanlı devletinin son kıpırdanışlarına bütün Batılı devletler ortak bir tavırla son darbeyi vurmuşlardı. Günümüzde ise Osmanlı gibi bir devlet yok. Sadece Osmanlı’nın ana mirası üzerindeki Türkiye ve diğer topraklarında kurulmuş devlet ve devletçikler var. Osmanlı topraklarında kurulan devlet ve devletçiklerin bir asrı aşan kanlı-çalkantılı tarihi ve mazlum halklarının hikâyesi ayrı bir yazının mevzusudur.
Türkiye’nin Osmanlı sonrasındaki hikâyesi ise Osmanlı olduğunu unutması, Osmanlı’ya ve daha öncesine dair bütün imânî, ilmî ve tarihî aidiyetlerinden soyunarak köksüzleştirilmesi üzerine kuruludur. Son altmış yılda yaşadığımız darbe girişimlerinin temelinde de, bu mazlum halkın küllerinden doğma girişimlerini akamete uğratmak ve her türlü diriliş emaresini yok etmek vardır. İşte hain Fetö, neredeyse altmış yıl öncesinde Türkiye’nin özüne dönüş ihtimaline karşı kurgulanmış bir örgüttür. Dinî ve millî değerleri istismar ederek ülke sathında yayılma imkânı bulmuştur. Devletin bütün birimlerini ele geçirmek suretiyle de ülkemizi küresel güçlerin kuklası haline getirecek bir hedefe doğru adım adım yürürken tuzak kuranların en hayırlısı, onları kendi tuzaklarında boğmuştur.
15 Temmuz’u sadece bir geceye, birkaç güne yahut birkaç yıla sığdırarak değil de, öncesine ve sonrasına uzanır biçimde tahlil etmemiz gerekiyor. Öyleyse, 15 Temmuz’un sene-i devriyesinde birkaç cihetten Fetö’yü ve 15 Temmuz’u yeniden okuyalım.
Dinî ve Millî Değerlerin İstismarı
15 Temmuz’un gerçekleşememiş olması, bütünüyle engellenmiş olması demek değildir. Fetö’nün başından beri dinî ve millî değerleri istismarı, iki hedefe yöneliktir. İlki Anadolu’nun bağrından yetişecek nesilleri, gök ekini biçmiş gibi heba etmek; ikincisi de Osmanlı’ya, hatta Selçuklu’ya ve Asr-ı Saadet’e uzanan köklerimiz olan ilim ve irfan ocaklarını halkın nezdinde karalamak. Fetö’nün bu iki ana hedefini 15 Temmuz’dan önce de görürüz. Yetmişli yıllardan itibaren dinî vasıta olarak kullanıp Anadolu’nun filizlerini, kökü küresel güçlere bağlı gizli emellerine aşılamaya çalışmıştır. Silsilesiz, itikatsız ve usulsüz olmasına rağmen uzun yıllar kendisini gizleyerek geniş kitlelere ulaşmıştır. 90’lı yıllardan itibaren mütedeyyin gençliğin üniversitelerden uzaklaştırılmasına el altından zemin hazırlamıştır. Türkiye’nin mazlum halkının bir asırlık birikimini “bin yıl sürecek” denen post-modern bir darbe ile yok etmeye çalışanlara doğrudan destek vermiştir.
Hedef bellidir: imanlı ve şuurlu bir gençliğin yetişmesini engellemek ve çevresini gülistana çeviren ilim ve irfan ocaklarının kökünü kurutmak. Bu hedeflerine 28 Şubat’ta ulaşamayınca, 17-25 Aralık sürecine kadar özellikle devlet içine yerleştirdikleri kripto elemanlarla ulaşmaya çalışmışlardır. 15 Temmuz sonrasında da özü sözü belli ve her daim devletinin yanında olan ilim ve irfan ocaklarını –güya- yeni Fetö olarak karalamaya devam etmektedirler. Öteden beri din düşmanlığı yapan laik ve seküler gruplar da onlara destek vermektedir. Gariptir ki aynı masadan üretilmiş haber ve metinler, aynı fikir ve masada buluşmayan yayın organı ve kişilerce servis edilmektedir. Şüphesiz “Küfür tek millettir.” Kisvesi ve ismi değişse de çok kolay ortak tavırda buluşacaklardır. İstikamet üzere kalabilmek için düşmanın oklarının kimlerden hangi hedefe yöneldiğini tespit etmek yeterli olacaktır.
Birlik ve Dirliğimizin Düşmanı
15 Temmuz sonrası ihanet planını yenileyen Fetö, içte ve dışta kabuk değiştirmek suretiyle varlığını devam ettiriyor. İçte, birliğimizin zedelenmesi için her türlü ayrışmayı destekleyen bir tavırla ortaya çıkıyor. Türkiye seçmeninin büyük çoğunluğunu oluşturan Cumhur İttifakının taraflarından kopmalar oluşması için her türlü gayreti sarf ederken, diğer ittifakın kan uyuşmazlığına rağmen aleni yahut gizli olarak devam etmesi için gayret sarf ediyor. Bu yeni hareket tarzı bizim isim olarak bildiğimiz fakat cisim olarak idrak edemediğimiz yeni bir kisvedir. Bunun adı nifaktır. Münafıkların bütün gayreti ayrışmayı derinleştirmek ve fitnenin alevlenmesine imkân sağlamaktır. Ne yazık ki dinî ve millî değerlerin istismarında olduğu gibi, birliğimizin bozulması hususunda da zihinleri bulandırmaya, hatta ailelerin içinde derin yaralar açmaya devam ediyorlar.
Fetö’nün dıştaki tavrı ise sığındığı ülkelere göre değişmektedir. Mesela aleni olarak Türkiye düşmanlığı yapan bazı Arap ülkelerinde yoğun biçimde Türkiye aleyhinde Arapça ve İngilizce karalayıcı haber ve makaleler bu ülkelerdeki hainler tarafından üretilmektedir. Türkî cumhuriyetlerde ise meselenin boyutu daha da derindir. Çünkü bu ülkelerde uzun yıllar, ilkokuldan üniversiteye eğitim vermiş olmaları, yeni nesli yönlendirmeleri manasına geliyor. Bu neslin, kardeşimiz olan ülkelerle işbirliğinde uzun vadede her daim karşımıza çıkacağını unutmamak gerekiyor.
Avrupa ve Amerika’ya sığınan Fetö mensuplarına gelince, onlar, savaş meydanında yenilip geri çekilen bir düşman ordusu konumundalar. Cepheden çekilmiş olsalar da 15 Temmuz öncesinde yoğun olarak yaptıkları gibi Türkiye aleyhinde casusluk faaliyeti yürütmeye devam ediyorlar.
Fetö, Türkiye’nin bağrına saplanmış ve tesirini uzun vadede gösterecek zehirli bir hançerdi. Allah Teâlâ’nın izniyle bu hançeri, bedenimizden çıkardık. Ancak zehrinin tesiri devam ediyor. Şüphesiz bütün bedeni sarmış bir kanser tedavisinin verdiği acı gibi, bu hastalığın da zor bir nekahet süreci olacaktır. Fetö’ye karşı her daim ihlas, feraset ve cesaretle mücadeleye devam etmek, içte ve dışta saçtığı zehirleri temizlemeye çalışmak bünyemizi de maddi manevi güçlendirecektir.
Bedeni sarmış bir hastalığın bedene zararı çoktur. Bu hastalıktan kurtulmuş bedenin ise direnci artacaktır. Ümitsizliğe kapılmadan, asırlar boyunca üç kıtada at koşturmuş ecdadımızı hatırda tutarak seferden geri durmamalıyız. Sözü üstat Necip Fazıl’ın mısraları ile bitirelim: “Düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; / Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın.”