Yakaza Nedir?
Sözlüklerde “uyanıklık, uykudan kalkma, dikkatli ve tetikte olmak, ayıklık” gibi anlamlara gelen “yakaza”, tasavvufî bir kavram olarak insanın gaflet uykusundan uyanıp Allah Teâlâ’ya dönmesini ve böylece doğru yola girmesini ifade eder. Bu sebeple de tasavvuf yolunun ilk durağı kabul edilir. İnsanın kendine gelmesini, ne için yaratıldığını hatırlayıp ona göre hareket etmesini ifade eden yakaza, aslında hakikat yoluna adım atmaktan ibarettir ki bu da genellikle Hak’tan gelen bir uyarı, bir ilham ile gerçekleşir.
Asıl anlamı bu olmakla birlikte yakaza, sonraki asırlarda “uyku ile uyanıklık arası” hali ifade etmek için kullanılmıştır. Fakat klasik tasavvuf literatüründe kişinin gündelik işlerinde ve hatta ibadetlerini yaparken Allah’ı unutması demek olan “gaflet”in zıddıdır. Gaflet uyku hali gibidir ve ömrü boşa harcamaktır. Tasavvufun amacı kalbi gaflet uykusundan uyandırmak, yani yakazaya ulaştırmak ve “ihsan” denilen her an Allah’ın huzurunda olma halini yaşatmaktır.
Abdürrezzak Kâşânî hazretlerinin “Allah’ın kalbe gönderdiği uyarıcı vasıtasıyla Allah’tan öğrenmek” olarak tanımladığı yakaza, kulun Hak tarafından çağrılması ve böylece marifetullah kapısının açılmasıdır. Fakat kişi azim ve gayreti asla bırakmamalı ve ısrarla uyanıklık halini devam ettirmelidir. Bu uyanıklıktan kasıt, zâhirde sünnet-i seniyye üzere yaşamak, bâtında ise daima Hak Teâlâ ile olmaktır. Bütün manevi kapıların anahtarı bundan ibarettir.
Sûfîler, kitaplarında yakaza kavramını anlatırken “(Resûlüm) de ki: Size bir tek öğüt vereceğim: Allah için ikişer üçer ve teker teker kalkarsınız, sonra da iyi düşünürsünüz...” (Sebe 46) ayet-i kerimesini örnek verirler. Hâce Abdullah el-Herevî hazretleri bu ayeti şöyle açıklar: “Allah için ayağa kalkmak, gaflet uykusundan uyanmak ve fetret hastalığından kurtulmak demektir.”
Sûfîler, “İnsanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar” ve “Benim gözlerim uyur ama kalbim uyumaz” hadis-i şeriflerinde yakaza kavramına işaret olduğunu söylerler. Çünkü uyku gaflet, uyanıklık ise Hak ve hakikate âgâh olmak demektir. İnsan gaflet uykusundan uyanmadıkça seyr ü sülûk yapamaz, mesafe kat edemez. Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem bir an bile Allah Teâlâ’dan gafil değildi, kalbi sürekli uyanıktı.
Hâce Abdullah el-Herevî hazretleri yakazayı şöyle üçe ayırır:
“Birincisi, kalbin Hakk’ın verdiği nimetlerin sayılmayacak kadar çok ve sınırsız olduğunu fark etmesi, bu nimetleri bilmek için bütün gücünü sarf etmesi ve nimetlerin şükrünü edası hususunda eksikliğini ve acizliğini bilmesidir.
İkincisi, sâlikin suçlarını bilmesi, günahların tehlikesinin farkına varması, hatalarını telafi yoluna gitmesi, günahlara bağımlılığından kurtulması ve onlardan tamamen arınarak kurtuluş talep etmesidir.
Üçüncüsü, sâlikin hayatı boyunca kazandığı ve elinden kaçırdığı şeylerin farkında olması, ömrünü boşa harcamaması ve kaçırdığı fırsatları telafi etmek, kalan zamanını bereketli kılmak için her anına dikkat etmesidir.”
Sûfîler, yakazanın doğuş sebebinin kişinin kendisini muhasebe etmesi olduğunu söyler. “Kulun yapıp ettiklerini Allah Teâlâ’yı dikkate alarak yapması” demek olan muhasebe, kişiyi diri tutar ve amele yöneltir. Zaten bu sebeple muhasebe sonucu yakaza hali meydana gelir.
“Uyuklayanı uyandıran” ve “şeytanı çileden çıkaran” sıfatlarıyla tanınan Ebû İmrân el- Cevnî hazretleri tasavvufu; “uyanık ve dikkatli olmak, şeytanın fısıltılarına ve şüphelere karşı gözünü açık tutmak” olarak tanımlamaktadır. O halde uyanıklık tasavvuf yolunda ilk adımdır ve kendini bilmenin ilk basamağıdır. Sûfî, ne yaptığının farkında olan kişidir. Bu sebeple baş düşmanı gaflet, yani kendini ve dolayısıyla Allah’ı unutmaktır.
Özetle yakaza, kalbin gafletten uyanması demektir. Bu hal ise soyut bir duygudan ibaret değildir. Günahlara samimi tevbe ile başlayıp, nefsini terbiye ile Hakk’a yaklaşma azim ve gayretini ifade eder. Bu hal tasavvuf yolunun başlangıcı olduğu için böyle kişiye “irade eden, isteyen” anlamında “mürid” denilir. Gaflet uykusundan gerçekten uyanan kişi ne yapacağını bilir, bilmediğini öğrenir, azim ve gayretle yola koyulur. Bu süreçte kendisine verilen manevi hediyeler sebebiyle tembelliğe ya da şımarıklığa kapılmaz. Zâhir ve bâtın istikametine âzami dikkat eder.
Şu halde diyebiliriz ki yakaza, gaflet halinin son bulup kulun kendisine çekidüzen verdiği bir hal olup, tevbe ve istiğfar ile girilen atılan çok büyük bir adımdır. Bu adım Hak Teâlâ’nın çağırması ile atılır. Sonra ise O’na yaklaşmak için kulun kalbinin nöbetçisi olması, iradesini O’nun razı olduğu işlerde kullanması gerekir.
Aşağıdaki kaynaklardan faydalanılmıştır:
Cihat Ceylan - Semerkand Dergisi Sayı:296 s.24