Türk Kültüründe Davul ve Osmanlı'da Ramazan Davulcuları
İnsanoğlunun doğadaki sesleri taklit nevinden ortaya çıkardığı musiki aletlerinin en eskilerindendir davul. Genel hatlarıyla silindir şeklindedir ve iki kasnak arasında gerginleştirilen deriden mamuldür. Asya’da Hunlar, Mezopotamya’da Sümerler tarafından kullanılmış, Avrupa’ya geçişi Osmanlı kültüründeki varlığıyla mümkün olmuştur. Davul, Osmanlı teşkilatında mehterhanenin en mühim vurmalı müzik aletleri arasında yer almıştır.
Bu gerçek doğrultusunda bugün bile Batı’da “Turkische Trommel ve Tambour des Turcs / Türk davulu” olarak bilinmektedir. Kelime kökeni hakkında net bilgiler bulunmamakla birlikte tarihi süreçte “tovıl, tabl, küvrük, kövrüg, tuğ, tüngür” olarak anılmış, günümüzde ise asma davul ve askı davul olarak isimlendirilmiştir.
Türk Kültüründe Davul
Selçuklu devrinin tablhanesinden Osmanlı’nın mehterhanesine giriş yapan davul, kimi zaman elle kimi zaman ise tokmak veya çubukla vurularak çalınırdı. Bununla birlikte sadece zevke hitap eden musiki aleti olarak kullanılmadı. Pek çok kültürde farklı alanlarda kullanılması ile birlikte en bariz ve geniş çerçevesiyle Türk kültüründe yer bulmuştur.
Bu noktadan hareketle davulun bilhassa Osmanlı medeniyetinde çeşitli işlerde kullanıldığını söyleyebiliriz. Mesela “tabl-ı yangın” denilen davul ile İstanbul Ağa Kapısı’ndaki yangın köşkünden görülen yangın halka haber verilirken, han kapılarının ve bekar odalarının kapıları “tabl-ı derbend” denilen davul çalınarak kapatılırdı.
Osmanlı askeri teşkilatında davul sırasıyla şu işlevler için de kullanılırdı: Tabl-ı cenk, savaşın başladığı anı belirlemek için vurulurdu. Savaş esnasında yere dikilen iki ağaç üzerine oturtulan ve üzerine çomak bağlanan “tabl-ı lağım bulma” davulu ile, şayet tokmak titrerse düşmanın kale duvarlarını yıkmaya çalıştığı anlaşılır ve hemen önlem alınırdı. Tabl-ı asayiş, çarpışmaya son verildiğini bildirmek için çalınır, çalınan bu davulla herkes olduğu yerde kalır ve etrafa karakollar kurularak sabah olması beklenirdi. Bundan sonra “tabl-ı ordugah” davulu “Tektir Allah” nidası eşliğinde nöbet bekleyen erlerin uyumaması için çalınırdı. Tabl-ı cenk-i harbi ile savaş sonrası yapılacak divan toplantısı haber verilir, bir kale fethedildiği zaman ise tabl-ı beşaret çalınırdı.
Ramazan Davulcuları ve Maniler
Osmanlı’da davulun gür sesi, askeri sahada anlatılmak isteneni ifadede yeterli gelirdi. Lakin Ramazan’ın manevi atmosferini dile söyletmek için davulun sesine maniler de eklenirdi. Maniler ezelden beri Türk sözlü geleneğinde mühim bir yere sahipti. Genç veya yetişkin erkekler ve kadınlar, bazen toplum ve aile yapısında açıkça dile getirilmesi hoş karşılanmayan beğeni ve sevgi sözcüklerini mani ile ifade ederlerdi. Bazen de ekin ekerken; bayramlarda, şenliklerde, evlenme törenlerinde, gelin hamamında, imeceyle iş tutarken, sünnet törenleri gibi çeşitli kutlamalarda mani söylemeyi eğlence edinmişlerdi. Ramazan ayında söylenen manilerin ise yeri çok farklıydı. Ayrı bir heyecan ve muhabbetle söylenen bu manilere davul iştirak ederdi.
Davulun ve manilerin buluşmasını en güzel şekilde aktaracak olan elbette bizzat bu muhabbeti hissetmiş kişilerdir. Bunlardan biri olan Mehmet Şakir Ülkütaşır, 1900’lü yılların başında Üsküdar’da Atik Valide ile Çinili Cami semtlerinin ün yapmış manicilerindendir. 1973 tarihli Türk Kültürü Aylık Dergisi’nde kaleme aldığı makalesinde Ramazan davulcularını ve manilerini aktarır bize. O dönemin kendine özgü şartlarında görev yapan mahalle bekçilerinden bahisle başlar sözüne. Bu mahalle bekçileri genellikle doğu illerimizde doğup İstanbul’a gelen; ya vakıf bir evde yahut mahallenin bir yerinde bulunan bir odada yaşam süren kişilerdi. Genelde iri yapılı, gür sakallı tipte; yazın cepkenli, kışın meşin kürklü kılıkta olan bu bekçiler görevli oldukları mahallenin idari düzeni hususunda ihtiyar heyetinin yardımcısı konumundaydılar. Bu bekçiler geceleri alt ucu demirli, kalın sopalarıyla kaldırım taşlarına vurarak sokakları gezerlerdi.
Osmanlı’da Ramazan Davulcusu Geleneği
Şerefli Ramazan ayının girmesiyle gümbür gümbür çaldıkları davulla ilk geceden itibaren halkı sahura kaldırırlardı. Bunların yanında bir de elinde fener tutan ve mani söyleyen biri daha bulunurdu. Davulcu ilk geceden mahalleden bir kapı önüne geldiğinde davuluna tokmakla vurur, yanındaki manici de “Besmeleyle çıktım yola / Selam verdim sağa sola / A benim şevketli efendim / Ramazan-ı şerifin mübarek ola” nevinden bir mani ile söze başlar, peşi sıra diğer manileri dizerdi.
Davulun sesine, saba veya dügah makamlarında okunan manilerin sözlerine meftun olan bazı mahalleli delikanlılar da davulcu ile manicinin yerini almaya pek heves ederlerdi. Bu heveskar delikanlılar mahalle bekçisinin davulunu omuzlayıp hem davul çalar hem de kabiliyetine göre mani söylerdi. Genç delikanlılardaki bu merak biraz da Osmanlı’nın daha eski Ramazan adetlerine dayanan ve Anadolu’nun kıyı kent ve kasabalarında yaygın olan “helasaya çıkma” uygulamasından kalmadır. Buna göre kayıkçı delikanlılar arkalarında mahallenin çocuklarıyla birlikte tahta bir kayığı ışıklandırıp mahalleyi gezerler, her evin önüne gelerek “Bir gemim var altın direkli / Tayfası aslan yürekli / Helasa yelesa / heya mola yuusa” diye bağırarak kayıkçı manileri söylerler ve para toplarlardı. Manide geçen “helasa yelasa” tabirinin aslı ise “Hel ese, yel ese” şeklindedir.
Bekçilerden müteşekkil Osmanlı davulcuları Ramazan ayının ilk gecesinden başladıkları davul eşliğinde mani söylemeye bütün ay devam ederlerdi. Ramazan’ın 15’inden itibaren manilerin içerikleri “Davulumun ipi kaytan / Sırtımda kalmadı mintan / Ver efendim bahşişimi / Alayım sırtıma mintan” şeklinde bahşiş alma üzerine olurdu. Şayet bahşişin verilmesi gecikirse o zaman: “Şekerim var ezilecek / Tülbentlerden süzülecek / Daha çok söylerdim ama / Çok yerim var gezilecek” sözleriyle naif bir sitem içerirdi.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Huriye Karnap - Semerkand Aile Dergisi - Sayı:199 s.12