Tevekkül Et ve Koş
İbrahim (aleyhisselam), Hacer validemizi küçük yavrusu İsmail’le (aleyhisselam) birlikte Mekke’ye bıraktığında, Allah’a tam bir teslimiyetle tevekkül etmişti. Issız, kuş uçmaz kervan geçmez bir muhit… Çöl şartları, ne su içecek bir kuyu ne de meyve veren bir ağaç. Yanlarına yalnız içi hurma dolu bir dağarcıkla içi su dolu bir kırba bırakmıştı İbrahim (aleyhisselam). Bir de peygamber duası: “Ey Rabbimiz! Muhakkak ben, namazlarını dosdoğru ikame etsinler diye, zürriyetimden bir kısmını, ekin bitmeyen bir vadiye, senin mukaddes olan beytinin/ evinin yanına yerleştirdim. Artık insanlardan bir kısmının gönlünü onlara meylettir, şükretmeleri için onları bazı meyvelerle rızıklandır.” (İbrahim, 37)
Hacer validemiz Allah Teala’nın böyle istediğini bildiğinden, rıza üzere beklemeye başladı. İbrahim (aleyhisselam) ne zaman gelecekti, bilmiyordu. Orada ne kadar bulunmaları gerekecekti, bilmiyordu. Kırbadaki suyunu temkinli kullandı. Yavrusunu sütüyle besledi, ferahlattı. Fakat zaman çok uzun, şartlar çok çetin, hurma az, kırba ise çok küçüktü. Hurma ve su bitti, sütü de kesildi.
Annemiz yavrusunun kötüleşen durumuna dayanamıyordu. Bir şeyler yapması gerekiyordu ama ne? Ayağa kalktı ve koşmaya başladı. Bir Safa, bir Merve tepesine gidip geldi. Her gidişte bir süre bekliyor, ufukta bir kervan var mı diye gözetliyordu. Ama ne gelen vardı ne giden. Yüreği el vermediğinden iki kez uğrayabilmişti evladının yanına, onun o halini görmeye de dayanamıyordu. Artık son bir koşunun ardından kulağına bir ses geldi. Gelen, Cebrail’in (aleyhisselam) sesiydi. Allah’a sığınarak o sesten yardım diledi. Allah’a ısmarlananın darda kalmayacağını söyledi Cibril-i Emin ve topuğunun dibinden ferahlatıcı bir su kaynadı.
Bu koşu öyle güzel, öyle hoş, öyle yüce bir koşuydu ki Allah Teala, Safa ve Merve arasında sa’y etmeyi haccın nişanelerinden saydı. Öyleyse vakit Hacer validemizi anma vaktidir, onun teslimiyetine sarılma vakti. Ümmetin çocukları için, ümmetin anneleri için telaşla, heyecanla, umutla, tevvekkül üzere koşma vakti.
Tevekkül Et ve Sahip Çık
Bugünlerde milletçe büyük bir yolculuğa çıkıyoruz. İçine düştüğümüz zor durumlar bizi bu yolculuğa zorladı. Yolculuğun sonunda hayır umuyoruz. Ancak bu yolculuk tek başına çıkılabilecek bir yolculuk değildir. Kurak çöllerden, kuyulardan, imkansızlıklardan bahsederken hep tevekkül üzere kalmak nasıl mümkün olacak? Nasıl ve neyle?
Hicretin bize öğrettikleriyle elbette. Efendimizin (aleyhi’sselatu ve’s-selam) hicretini, Allah Teala şöyle bildiriyor bizlere: “Eğer siz ona (peygambere) yardım etmezseniz, (biliyorsunuz ki) inkar edenler onu iki kişiden biri olarak (Mekke’den) çıkardıkları zaman, ona bizzat Allah yardım etmişti. Hani onlar mağarada bulunuyorlardı. Hani o arkadaşına, ‘Üzülme, çünkü Allah bizimle beraber’ diyordu. Allah da onun üzerine güven duygusu ve huzur indirmiş, sizin kendilerini görmediğiniz birtakım ordularla onu desteklemiş, böylece inkar edenlerin sözünü alçaltmıştı. Allah’ın sözü ise en yücedir. Allah, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe, 40)
Bugün bize “korkma” diyecek, kendisine yardım etmekle şeref kazanacağımız, Allah Teala’nın bu şekilde bizi destekleyeceği vesilelere sahip çıkma zamanı. Salih kimselerin izinde, ihlasla hizmet eden kardeşlerimizle birlikte yolda olmaya, yolda yürümeye gayret etmeliyiz. Umulur ki hep birlikte güven içerisinde menzilimize erişelim.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Semerkand Aile Dergisi Sayı:210 s.38