Selahaddin Eyyubi ve Kudüs’ün Fethi
İyi bir idareci ve büyük kumandan olan Selahaddin Eyyubi hazretleri, Ehl-i Sünnet müdafii ve zahid bir şahsiyettir. Kudüs’ün 1099’da Haçlıların eline geçmesinin ardından oluşan o hüzünlü ortamda büyür ve delikanlılık çağlarına erdiğinde siyah sarık sarar ve Kudüs haçlıların elinden kurtuluncaya kadar da gülmemeye yemin eder.
Selahaddin’in babası Eyyüb ve amcası Şirkuh Bağdat’da Selçukluların hizmetine girmişlerdi. Bu vazife esnasında Şirkuh’un yüksek rütbeli bir memuru öldürmesi üzerine firar edip Musul Atabeyi Nureddin Zengi’ye sığınırlar. İşte Selahaddin, babası Eyyüb ve amcasının serüvenleri sırasında 1138 senesinde doğar. Selahaddin Eyyubi gayet zeki ve cesur bir gençtir. Bu yüzden yalnızca babası ve amcasının değil, etrafındakilerin de takdirini toplar. İyi bir eğitim görür. Seferlere ve savaşlara iştiraki sağlanarak bilhassa binicilik ve atıcılık hususlarında emsaline az rastlanır bir muharip haline gelir. Emrine verilen birlikleri idaredeki dirayet ve karşılaştığı problemleri çözmede gösterdiği işlek ve etkin zekası babası, amcası ve kumandanları arasında büyük takdir görür.
Selahaddin, ilk büyük ününü Mısır seferinde kazanır. Amcası Şirkuh, Musul ve Halep Atabeyi Nureddin Mahmud Zengi tarafından Mısır’ın fethine gönderilirken Selahaddin de yanına naib atanır. Mısır’ın alınmasında ve idaresinde genç Selahaddin’in büyük yararlılık gösterir. Ardından Nureddin Zengi’nin emriyle Fatımiler üzerine yürüyüp ve sapkın sözde halifeyi devirir (1171). Böylece Fatımi Devleti’ne de son verip Mısır’daki müstevli Şiiliği ilga etmiştir. Abbasi halifesi adına hutbe okutur. O günlerde babası Eyyüb de yanındadır. Tüm bu vazifeleri esnasında Selahaddin’e çokça yardımı dokunur.
Selahaddin, Mısır’ı elde ettikten sonra kendi iradesine göre hareket etmeye başlayınca kısa sürede Nureddin Zengi ile arası açılır. Babası da işte bu günlerde vefat edince (1173) iki komutan çatışmanın eşiğine gelir. Ancak o günlerde Nureddin Zengi’nin de vefatıyla Selahaddin Mısır’da umulmadık bir anda büyük bir güçle tek başına kalır ve Eyyubi Devletini kurma fırsatını kaçırmaz (1174). Derhal Hicaz, Yemen, Filistin ve Suriye’yi alarak kısa sürede geniş bir imparatorluk inşa eder.
Otoritesini kurunca çok geçmeden Haçlılara hücum eder. Birazdan detaylı inceleyeceğimiz Hıttin savaşında zalim Haçlı ordularını perişan eder. Tabi Kudüs’ün düşmesi Avrupa’da büyük infiale yol açar. Alman İmparatoru Frederik Barbarossa, İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard ve Fransa Kralı Philip Ogüst büyük bir ordu ile Selahaddin’in üzerine yürürler. Hazırlıksız yakaladıkları Eyyubi ordusu karşısında Akka’yı uzun bir kuşatmadan sonra alsalar da Kudüs’e ulaşamazar. Selahaddin ve kurmayları Kudüs savunmasını muazzam bir güç ve kararlılıkla organize etmişlerdir. Haçlılar Kudüs’ü alamayacaklarını anlayınca geri dönmek zorunda kalırlar. Selahaddin Eyyubi hazretleri bu savaştan sonra çok yaşamaz. 1193 yılında vefat ettiğinde henüz elli beş yaşındadır.
Hıttin Savaşı
1099’daki işgallerinden sonra kurdukları krallık, bizim bugün anladığımız anlamda merkezi bir idaresi olan ve tebaasına adil davranan bir hükümdarlık değildi. Pek çok idari ve mülki sıkıntının, çekişmenin içindeydiler. Şehri elde eden muharip aileler arasındaki çatışmalar had safhadaydı. Bitmek tükenmek bilmez siyasi ve askeri dalgalanmalara her gün bir yenisi ekleniyordu. Bu yüzden asayişteki bozukluk giderek artıyordu. Bilhassa Chatillonlu Reynald denen Haçlı serserisinin başıbozuk hareketleri, zaten fırsat kollayan Selahaddin Eyyubi hazretlerini Haçlılara karşı iyice bilemişti.
Bu arada Taberiye Kalesi’nin mülkiyeti yüzünden Trabluslu Raymond ve Selahaddin arasında kurulan ittifak, Kral Lüzinyanlı Güy’ün büyük tepkisini çekiyordu. Mutlak bir çatışmaya engel olan Selahaddin’in Kral’a karşı takındığı keskin tavırlar da Haçlılarda onur kırıcı tesire yol açıyordu. Selahaddin Eyyubi nihayet 30 Nisan 1187'de, müttefiki Raymond’a bir ulak göndererek müttefikliklerine binaen Taberiye Gölü etrafına bir keşif birliği göndereceğini bildirdi. Bu birlik yalnızca keşif amaçlıydı ve sivillerden mutlak olarak uzak duracaktı. Raymond, kendisini Haçlı dünyasında iyice zor duruma düşüren bu talebi kabul etmek zorunda kaldı. Mayıs ayının ilk günü yedi bin kişilik Eyyubi keşif süvarileri Taberiye önlerinde belirdi ve sorunsuzca geçip gittiler. Ancak Selahaddin ile Raymond arasındaki bu ittifakı sabote etmek niyetindeki bir hıristiyan şövalye kültünün başarısız ani saldırısıyla bölgede gerilim had safhaya yükseldi. Kral Lüzinyanlı Güy, Trablus hakimi Raymond’a baskı yapmaya ve Selahaddin’e verilecek büyük bir ders için Haçlı ittifakı arasına yeniden dönmesi gerektiğine ikna etmeye çalıştı. Raymond bu baskıya daha fazla direnemezdi ve teklifi kabul etmek zorunda kaldı. Selahaddin Eyyubi, tüm olayların başlangıç noktası olan Taberiya Kalesi’ni eski müttefiki Raymond'un elinden bir günde aldı. Böylelikle Taberiye Gölü’nden aşağıda Ürdün nehrini arkasına alarak gerisini sağlama alıyordu. Selahaddin Eyyubi, otuz bin kişilik ordusuyla bir çift boynuzu andırdığından Kurûnu Hıttîn yani Hıttin Boynuzu denen Hıttin köyü sahrasında en uygun sahayı kaparak Kudüs Krallık ordusunu beklemeye başladı. Haçlı Ordusu 4 Temmuz 1187 tarihinde Hıttin önlerine ulaştığında sabahtan beri yolda aşırı sıcaktan bitkin düşmüştü. Ayrıca etraftaki tüm kuyular Eyyubilerce kurutulduğundan susuzluk had safhadaydı. Bölgede kalan tek su kaynağı Taberiye Gölü’ne varmak için Selahaddin’in hazır bekleyen ordusunu geçmek zorundaydılar.
Muharebe bu şartlar altında başladı. Bilhassa susuzluğun çılgına çevirdiği Haçlı piyadeleri şövalyeler kadar düzenli birliklerden oluşmadığından nizamlarını derhal yitirerek emirleri dinlemeyip göle doğru umutsuz bir hücuma kalktılar. Bu dağınık ve lidersiz saldırı Eyyubi ordusu tarafından kolaylıkla püskürtüldü. Saldırı başlangıcında olduğu gibi ricatinde de düzensiz ve acemiceydi. Geride adet olduğu üzere saldırıya hazır vurucu güç olarak bekleyen Haçlı süvarileri bu ricat esnasında düzenlerini kaybettiler.
Eyyubi birliklerinin ağır baskısı sonucu sancak çekip yeni bir saldırı için toparlanmaya fırsat bulamayan Haçlı piyadeleri pek çabuk ve ağır bir bozguna uğramıştı. Şövalyeler karşı süvari hücumuna geçme imkanı bulamadı. Hıttin Tepesi’nin ardından uçarcasına ılgar edip gelen Eyyubi süvarileri, düşmanı kısa sürede aşılması imkansız bir muhasara altına aldılar. Buna rağmen ömürleri savaşla geçen şövalyeler savaşmaktan son ana kadar vazgeçmediler. Trablus'lu Raymond kuşatmayı yarıp kaçmayı denedi ve onu tanıyan Eyyubi kumandanlarının bir kısmı tarafından hatlar gevşetilip firarına göz yumuldu. Raymond bu sayede kuzeye, Lübnan sahilindeki Trablus'a çekildi. Nihayetinde Hıttin önündeki tepede Kral Güy ve yüz elli kadar şövalyesi, umutsuzca çetin bir direnişe başladılar. Çoğunun akıbeti ölüm ya da esaret oldu.
Kral ve sağ kalan şövalyelerine Selahaddin tarafından affedildiklerinin sembolik göstergesi olarak su ikram edilmişti. Dağlardan getirilen kar katılmış bir tas soğuk su sunulan Kral Güy, suyu içmeden tası susuzluğa dayanamadığını bildiği Chatillonlu Reynald’a uzattı. Reynald suyu bir dikişte içerken Selahaddin “Ona su ikram edilmedi, affedildi sayılmaz” diyerek bir hamlede Reynald’ın gırtlağını kesti ve böylece bu serserinin hacılara saldırdığı zaman ettiği yeminini de yerine getirmiş oldu. Kral ve beraberindekiler bir müddet Şam’da ağırlanıp fidyeleri ödendikten sonra serbest bırakıldılar. Bu zaferin ardından Selahaddin Eyyubi, Filistin'de bulunan kaleleri bir bir kurtarmaya başladı. 1187 Eylül ayında Akka, Yafa, Nablus, Beyrut, Aşkelon ve Tebnin kurtarıldı. Nihayet 22 Eylül’de, nihai hedef Kudüs kuşatıldı. Kudüs, Kraliçe Sibilla ve İbelinli Balyan tarafından 2 Ekim tarihine kadar müdafaa edildi. Ancak şehrin uzun sure dayanamayacağı, boş yere kan akacağı belliydi. İbelinli Balyan ile Selahaddin bir araya geldiler ve şehrin teslim şartlarını görüştüler. Anlaşma neticesinde Haçlılar, yanlarına değerli eşyalarını da alarak Kudüs'ü terk ettiler ve şehir neredeyse doksan yıllık bir aradan sonra tekrar müslümanların eline geçti. Tüm şövalyelerin idamı konuşulurken Selahaddin Eyyubi fidyesini ödeyen herkesin gidebileceğini duyurdu ve parası olmayan herkesin fidyesini şahsi hazinesinden ödedi. Avrupa’da yeni bir Haçlı seferi konuşulurken onun bu hareketi Avrupa’ya dönenler arasında büyük saygı uyandırdığından içlerinden yeni bir sefere istekli olan çıkmadı ve sonraki Haçlı seferleri sönük geçerek başarısız oldu.
Selahaddin Eyyubi sadece savaşı bitirmekle kalmamış, en büyük hayali olan Kudüs’ün hürriyet ve selametini de sağlamaya muvaffak olmuştu. Bir keresinde maiyetindeki alimlerden biri hutbede vaaz ederken onun asık suratlılığını ima ederek “Güler yüzlü yönetici” konusuna girince Selahaddin Eyyubi doğrularak gözü yaşlı halde “Kudüs işgal altındayken nasıl gülerim?” demişti. Zengilerin temelini attığı Haçlılara karşı mücadeleyi sonuca ulaştıran Selahaddin aynı zamanda Ehl-i sünnet memleket olan Mısır ve Trablusgarp bölgesini Fatımî fitnesinden temizlemiştir. Kudüs alındıktan sonra başlayan Üçüncü Haçlı Seferinin ilk baştaki başarılarına rağmen zaferden yararlanmalarına müsade etmedi. Bir müzakerede Kudüs’ün verilmesini teklif eden Aslan Yürekli Riçard’a “Ben hayatta olduğum sürece Kudüs için savaşacağım.” cevabını ilettirerek Kudüs’ü alsalar bile savaşın bitmeyeceğini ifade etmiştir. Bütün imkan ve sayılarına rağmen Haçlıların geri dönmesinde bu kararlılığın tesiri büyüktür. İslâm dünyasının coğrafi merkezinde duran Kudüs, Selahaddin Eyyubi’nin çabasıyla tekrar İslâm beldesi haline gelerek ezanlar tekrar duyulmuş, ilk Kıble Kudüs kardeşi Mekke’yle tekrar kavuşmuştur. Asıl adı Yusuf olmasına ve künye olarak Yusuf bin Eyyüb’ü kullanmasına rağmen Kudüs’ün fethinden dolayı verilen selâhaddin -dinin kurtuluşu- lakabı İslâm dünyasında adının önüne geçmiştir. Öyle ki son döneme kadar adı sadece tarihçilerin bilgisinde kalmıştır.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Okay Tiryakioğlu - Mostar Dergisi - Sayı:183 s.30