Görüş Bildir

Metalaştırılan Kitap ve Popüler Okuma

Her kitap okunur mu? Hangi kitabı, nasıl okumalıyız? Tüketen okuyucudan üreten okuyucuya nasıl geçiş yapabiliriz?

“Burası çöplük mü?” diye soruyor Yusuf Kaplan, insan beynini kastederek. Sonra ekliyor: “… lüzumsuz kitap okumayacaksınız! Çok kitap okumayacaksınız! İyi bir kitabı çokça okuyacaksınız… Hazmede hazmede okuyacaksınız. O zaman okuduğunuzu üretirsiniz. Tüketen okuyucudan üreten okuyucuya geçmiş olursunuz.”

Her şeyin tüketilebilir bir meta haline getirildiği bir çağda yaşıyoruz. Artık kitap yazmak illa eser vermek anlamına gelmiyor. Aynı şekilde kitap okumak da ilim ve hikmet öğrenmek anlamına gelmiyor. Yusuf Kaplan tam olarak metalaştırılan kitap ve popülerleştirilen okumaya dikkat çekiyor. Kapitalizmin bugün metalaştıramadığı pek az değer kaldı. Değer kelimesini özellikle kullanıyoruz, çünkü değer olarak kabul edilen kavramlar maddi bir metaa dönüştürülmemesi gereken kavramlardır ve değerler “değer” olarak kalmalıdır. Kapitalizmin bugün her türlü sanat eserini ticarî bir mal olarak metalaştırdığını biliyoruz ve aynı zamanda sosyal medya yoluyla hayatı da metalaştırdığını görüyoruz.

Geçenlerde rastladığım bir haberde Japonya’da yayılan yeni bir akımdan bahsediliyordu. Kimsesiz insanlar ajanslarından kiraladıkları oyuncularla kendilerine sahte aileler oluşturup birkaç saat veya birkaç günlük mutlu bir aile rolü yaparak zaman geçiriyorlarmış. Japonya gibi aile kavramına önem verilen bir ülkede bile görülen bu garabet gösteriyor ki aile ve sevgi gibi değerler bile kapitalizm eliyle bir meta halini almaya başlamış durumda. Böyle bir dünyada kitap yazma ve okumanın da bir sektör olması, kitabın bir ürün, okumanın da tüketim hâlini alması kaçınılmaz.

Artık marketlerde diğer tüketim eşyalarıyla birlikte kitaplar da raflarda yerini almıştır. Ekseriya popüler okuma kültürünün eseri olan bu kitaplar diğer tüketim maddeleriyle beraber tüketilip atılan nesnelere dönüşmüştür. Hakikatte bu tür kitapların sadece tüketim eşyası olmanın ötesinde çok daha derin amaçlara hizmet ettiği açıktır. Bu kitapların bir kısmı için aslında fantastik, masalımsı kurgularıyla ya da bir Amerikan filmini andıran konularıyla gençliğimizi kendi değerlerinden uzaklaştırarak, yaşam biçimlerini empoze eden gizli birer misyoner olduklarını söylesek hata etmiş olmayız. Bir kısmı sinemaya da aktarılmış bu kitaplar sundukları dünya ile gençlerimizin zihnindeki gerçeklik algısını alt üst etmektedirler. Kimi Yunan mitolojisinin putlarını allayıp pullayıp yeniden pazarlarken kimi de büyü ve sihir gibi eski dünya günahlarına yeniden hayat kazandırmak istemektedir. Bir de aşk ve sevgi gibi en latif duyguların nefsani arzularla kirletilmesini konu alan kitaplar var ki evlerden uzak olsun.

Ciddi sıkıntıları olan eğitim sistemimiz içinde yetişen nesiller işte yukarıda bahsettiğimiz Batı kültürünün gizli misyoneri olan bu kitapların etkisinde kadim değerlerimizden git gide uzaklaşmaktadır. Adı “kitap okumak” olan bu eylemin aslında şeytanın sağdan yaklaşması olduğu fark edilmelidir. Bunlar yerine edebiyatımızın ve düşünce dünyamızın güzel, seçkin eserleri ile gençlerimizi buluşturmak gerekir. Ehl-i kalemin kadim değerleri, gençlerin ilgisini çekecek şekilde sunan eserler meydana getirmesi de oldukça önemlidir. Aksi halde nesillerimiz, zararlı diye elinden aldığımız teknolojik aletlerin ya da uzaklaştırdığımız kötü arkadaşların vereceği zarardan çok daha büyüklerine maruz kalabilirler.

Kapitalist dünyanın “her şey satılabilir, her şeyden kâr edilebilir” anlayışı yazı ve yayın dünyasına da tesir etmiş durumda. Kitabın kendisi metalaştırıldığı gibi kitap yazmak da ticari bir çaba artık. Her gün yüzlerce kitabın piyasaya sürülmekte olduğunu görürüz bu sebeple. Ciddi ilmî ve edebî çalışmaların ürünü olmayan, çoğu süslü reklam kampanyaları ile sunulan kitaplardır bunlar. Nitelikten uzak pek çok kitap birer eser değil, üründür. Yazar olmayı sosyal bir statü kazanma aracı olarak görenler yazdıklarını parasını ödeyerek bastırıp imza günlerinde bir masaya oturup üç beş kitaba imza atarak bu statüyü kazandıklarını hissetmek istiyorlar. Bir takım piyasa yayınevleri de bu durumu kazanca çevirmek adına belirledikleri fiyat tarifeleriyle bunu kolaylaştırıyorlar. Böylelikle kalitesiz, düzeysiz yazın ürünleri çıkıyor ortaya.

Tüm bunlar üzerine peki ne okumalıyız? Evvela müminliğin gereği Yüce Kitabımız Kur’an-ı Kerim’i yüzünden düzenli okumakla başlamalıyız işe. Sonra bir hocanın rahle-i tedrisinde İslâm harfleriyle Mevlid okumayı öğrenmeliyiz. Salavat-ı şerifelerden oluşan Delailü’l-Hayrat’ı da düzenli okumayı başarabilirsek işte o vakit Kitap ve Sünnet’in şerhi mesabesinde olan kitaplara geçmenin vaktidir. Nitekim medeniyetimizin kadim kaynakları, edebiyatımızın güzide eserleri, düşünce dünyamızın kıymetli kitapları bizi beklemektedir. İmam Gazali’yi, Yunus Emre’yi, Yusuf Has Hacip’i, Hazreti Mevlana’yı, Aşıkpaşa’yı, Ahmet Cevdet Paşa’yı, Nurettin Topçu’yu, Necip Fazıl’ı ve daha ismini sayamadığım nice kıymetli zatın eserlerini okumalıyız. Böyle yazarların eserleriyle kendi değerler dünyamızı tanır ve kurarız.

Yukarıda da değindiğimiz gibi bu eserlere geçiş niteliğinde, yeni nesli bu eserlere başarıyla yönlendirerek günümüz gençlerinin ilgisine hitap eden nitelikli eserlerin yazılıp okunması oldukça önemli. Gençlerimize hem okuma zevki kazandıracak hem de onları daha büyük eserleri okumaya hazırlayacak eserler kıymetli bir yere sahip. Hepsinden önemlisi ecdadımızın yaptığı gibi çok okumayı değil nitelikli eserleri iyi okumayı alışkanlık haline getirmemiz gerekiyor.


Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
H. Hilmi Arslan - Mostar Dergisi - Sayı 181 s.18



nizami hayat logo