Küresel Bir Problem: Gelir Dağılımı Adaletsizliği
Gelir dağılımı adaletsizliği geçmişte olduğu gibi bugün de şiddetini artırarak devam ediyor. Adaletsizlikten maksat, mal ve hizmet üretiminden oluşan gelirin büyük kısmını nüfusun küçük bir kısmının elinde oluşu; gelirin küçük bir kısmını da nüfusun büyük bir bölümünün paylaşmak zorunda olmasıdır.
Bu konu politika yapıcıların sürekli gündeminde olsa da çözüm bulunmadığı ortadadır. Özellikle son yüzyılda kapitalizmin tüm dünyayı hızla etkisi altına alması ve son kırk yılda küreselleşmenin tüm dünyaya yayılmasıyla küresel ve bölgesel gelir dağılımı adaletsizliği giderek artmıştır.
Kapitalizmin küresel ekonomiye hâkim olmasıyla birlikte küreselleşmenin hızla yayılması ve bu bağlamda kitle iletişim araçlarının yaygınlaşmasıyla gelir dağılımı adaletsizliği toplumda huzursuzluğun artmasına neden olmaktadır. Günümüzde gerek geleneksel basın yayın organlarında gerekse dijital ve sosyal medyada teşvik edilen lüks tüketim, toplumun büyük bir kesiminin ulaşmak istediği bir hayat tarzı haline geldi. Küresel gelirin büyük bir kısmını alanların “refah içindeki” yaşamlarının kitle iletişim araçları vasıtasıyla küresel gelirin küçük bir bölümüyle geçinmeye çalışanların gözüne sokarcasına yaşanması insanlarda huzursuzluğun artmasına neden olmaktadır.
Gelir Dağılımının Adaletsiz Olduğu Toplumlar
Gelir dağılımının adaletsiz olduğu toplumlarda temel ihtiyaçlara erişimde de ciddi adaletsizlik vardır. Beslenme, barınma, güvenlik; sağlık hizmetlerine ve eğitim imkânlarına erişim gibi temel ihtiyaçların giderilmesinde bu adaletsizliğinin etkileri görülüyor. Kiminin açlıktan, kiminin de aşırı yemekten hayatını kaybettiği bu küresel sistemde ciddi bir adaletsizliğin olduğunu söylemek malûmun ilamıdır.
Küreselleşmeyle birlikte küresel sermaye sahipleri vergi avantajından yararlanmak için yatırımlarını düşük vergi politikası uygulayan ülkelere doğru kaydırmıştır. Bu, küresel sermaye sahiplerine önemli vergi kazançları sağlarken gelir dağılımı adaletsizliğini artırmaktadır. Yalnız kendi emeğiyle geçimini sağlayanlar, gelirine göre yüksek vergi öderken küresel sermaye sahipleri farklı ülkelere yatırım yapıp düşük vergi avantajından yararlanarak zenginliklerine zenginlik katmaktadır. Bu, zaten var olan adaletsiz gelir dağılımını daha artırmaktadır.
Çok uluslu şirketlerin yatırımlarını çıkarlarının en yüksek olduğu ülkelere kaydırdıklarından her ülkenin ekonomisinin büyümesinin aynı olmadığını görüyoruz. Özellikle erken kapitalistleşen ülkeler daha hızlı büyürken gelişmiş ve az gelişmiş ülkelerde büyüme daha yavaştır. Çünkü büyüme hızını artırabilmek için yüksek katma değerli, yüksek teknolojili ürünlerin üretilmesi gerekir. Bunun için de bilgi üretimi, bilgi üretimi için AR-GE imkânları ve güçlü eğitim altyapısı gereklidir. Çok uluslu şirketler bu imkânların olmadığı ülkelere yatırım yapmak için vergi muafiyetleri gibi çeşitli imtiyazlar talep etmekte ve bu durum da gelir dağılımı adaletsizliğini giderek derinleştirmektedir.
Bununla birlikte gelişmiş ülkeler sanayi malları ihraç ederken gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkeler genellikle hammadde ihraç etmektedir. Bu da gelişmiş ülkeler ile az gelişmiş ülkeler arasındaki gelir dağılımı aralığını artırmaktadır. Az gelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkelerin kilogram başına ihracat bedelleri arasındaki fark büyüktür. Örneğin az gelişmiş ülkeler bir miktar demiri gelişmiş ülkelere 5 dolardan satarken gelişmiş ülkeler aynı miktardaki demirden saat yay sistemi üretip 300 dolara az gelişmiş ülkelere satmaktadır. Bu da yine gelir dağılımı adaletsizliğini artırmaktadır.
Giderek artan gelir dağılımı adaletsizliğinin azalması için paylaşıp bölüşmek en iyi çözüm yollarındandır. Buna dair görüşleriyle bilinen Fransız ekonomi uzmanı Thomas Piketty, sermayeden küresel vergi alınmasını önerir. Önerdiği oran, ortalama yüzde 2,5 seviyesinde küresel sermaye vergisidir. Kendi de bu fikrin hayata geçmesinin kolay olmadığını kabul etse de bunun uygulanması halinde gelir dağılımı adaletsizliğinin azalmasına ciddi katkı sağlayacağını savunur.
Yüce dinimiz İslâm gelir dağılımının adaletli sağlanması hususunda ilk önce hak yemeyi, haksız kazancı, haksız rekabeti ve zulmetmeyi yasaklamış, çalışanın hakkının ödenmesini zorunlu kılmıştır. Ayrıca gelirin dengesiz dağılmasına karşı zekât, sadaka, infâk, bağış, hibe gibi çeşitli uygulamalar sunmaktadır. Bu uygulamaların başında zekât gelir. İslâm’ın şartlarından biri olan zekât, gelir dağılımı adaletinin sağlanmasında önemli katkı sağlar. Zenginden yoksullara bir gelir aktarımı olan zekât, yoksulun zenginin malındaki hakkı olarak da ifade edilir. Bu hak sahibine verildiği takdirde zenginin malı “zekât” bulur, yani arınır, temizlenir. Ayrıca cimriliği, salt servet toplamayı engellediğinden yoksul ile zengin arasında güven bağı oluşmasına katkı sağlayıp sağlıklı toplum oluşmasına destek verir. Zenginlerin zekât vesilesiyle yoksulların ihtiyaçlarını gidermesi, yoksulların zenginlere karşı sevgi ve saygı beslemesini sağlar. Nitekim hırsızlıkların, yağmalamaların ve birçok suçun temelinde zenginin yoksulların hakkını gözetmeyişi de vardır.
Zekâtın şartları bellidir. Genel olarak bilinen, malın kırkta birinin verilmesidir. Bu da yüzde 2,5’e denk gelir. Yukarıda da bahsedildiği üzere Piketty’nin önerdiği küresel sermaye vergisi de zekât ile aynı orana denk gelir. Bu da gelir dağılımı adaletsizliğini azaltmada zekâtın bugünün koşullarında da etkili olacağının küçük bir örneğidir.
Gelir dağılımı adaletsizliği gerek müslümanların çoğunluk olduğu, gerekse az olduğu ülkelerde önemli bir sorundur. Ancak müslüman ülkelerde yoksulların bu derece yoksulluk, açlık ve sefalet içinde yaşamaları daha üzücüdür. Müslüman ülkelerde zenginlerin zekâtlarını vermesi, bu yoksulluğun azalmasında, insanların açlık veya yoksulluk sınırını aşmasında çok etkili olabilir. Özellikle müslüman coğrafyalarda yaşanan terör, iç savaş ve askeri darbeler sebebiyle birçok insan açlık ve sefalet içinde yaşamaktadır. Zekât, gerek yakınımızdaki, gerek başka bölgelerde yaşayan yoksulların ihtiyaçlarının giderilmesine hâlihazırda önemli katkı sağlarken daha çok insanın ihtiyacını daha çok karşılama konusunda da önemli rol oynayacaktır.
Hasılıkelam, zekât, sadaka, bağış gibi mali ibadetler zenginle yoksul arasındaki sevgi bağını güçlendirip gelir dağılımı adaletinin sağlanmasında da önemli katkı sağlamaktadır. Bu bakımdan dünya ve ahiret refahı için zekât, sadaka, bağış gibi ibadetler Mâlikü’l-mülk’e iman eden müslümanın nefsine ağır gelmemeli, aksatmadan yerine getirmelidir. Bu ibadetlerin doğru ve düzenli ifası müslüman toplumlarda refahı artırmaya büyük katkı sağlayacaktır. Yine işçi-işveren hukuku, emeğin hakkı gibi meselelerde İslâm’ın kıstaslarına uymak insanı kullanılacak kaynaktan ibaret gören kapitalist düzenin adaletsizliğinde boğulan insanlığa can simidi olacaktır.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Yusuf Girayalp Atan - Mostar Dergisi Sayı:195 s.38