Kişisel Gelişimden Neyi Anlamalıyız?
Her şeyin gittikçe daha da hızlandığını, içinde bulunduğumuz çağı tanımlayabilecek en baskın kavramlardan birinin “değişim” olduğunu hissediyor musunuz? Üretimden haberleşmeye, insan ilişkilerinden tüketime her alana nüfuz eden bitimsiz bir tempo söz konusu. Her yeni gün bilginin hızla değiştiği, yenilendiği, akşamdan sabaha tüm düzenin baştan kurulduğu bir dünyaya açıyoruz gözlerimizi. Değişimin faydalarından yer yer nasiplensek de küresel bir kasırga önünde, nereye gittiğimizi bilmeden sürüklendiğimiz ve yeni sürümlere yetişmeye çalışırken kaybolduğumuz da oluyor. Aile düzeninden toplumsal yaşama, beslenmeden sağlığa, iletişimden teknolojiye pek çok alanda her yeni gün yeni bir trend çıkıyor ortaya ve biz tüm bunları özümsemekte zorluk çekiyoruz.
Çağa hakim olan rekabet ve belirsizliğin etkisiyle endişeye kapılıyor, becerilerimizi artırma ve kendimizi bir üst modele taşıma zorunluluğu duyuyoruz böylece. Bu da bizi -ister istemez- türlü uzman ve rehberler tarafından verilen eğitimlere, farkındalık ve ilerleme vadeden akımlara, kişisel gelişim metotlarına açık hale getiriyor. Bunun tümüyle olumsuz bir durum olduğu söylenemez elbette. Kimilerinin gelişmeyi reddettiği, herkesin kendi doğrusunda kaybolduğu, farkındalığın ve iyileşme çabasının azaldığı günümüzde, insanın kendini geliştirmek istemesi hayli değerli esasen. Bununla beraber türlü vasıflarla donanıp kişisel beceriyi artırmaya çalışmanın önemi de büyük. Ancak her konuda önermesi olan ve yapılacaklar listesini mütemadiyen revize eden -sözümona- mentör ve akımlar karşısında kolay lokma haline gelmemiz de olası. Bize yön verecek sabitleri belirlemediğimiz müddetçe akımlar arasında savrulmamız işten bile değil. Hal böyleyken kişisel gelişim her birey için, her an gerekli olsa da neden gelişmemiz gerektiğini, tüm bu inovasyonun ne işe yarayacağını, kendimizin bir üst modeline ulaşmak için gösterdiğimiz gayretin hedefini netleştirmedikçe bocalama devam edecek.
Kişisel Gelişim Kavramının Tezahürleri
İnsanın kendini geliştirmesine yönelik disiplin son yüzyılda oluşmuş gibi görünse de, kadim geleneklerin tamamında bu olguya rastlamak mümkün. Antik Yunan döneminde “epimelesthai sautou” olarak zikredilen “kendinle ilgilenme” gereği (Platon’un Alkibiades adlı eserinde yer almaktadır), Sokrates’ten yapılan rivayetlerde “kendini bilme” kavramına evriliyor örneğin. İki bin yıl öncesine dayanan Uzak Doğu felsefe metinlerinde insanın maddi ve manevi dengeye ulaşıp gücünü fark etmesi üzerinde duruluyor genelde. Bizlerin yaşam biçimini ve bakış açısını belirleyen şer’i kaynaklara baktığımızda ise “Nefsini bilen Rabbini bilir” hükmü gereği ruhu tanıma ve nefsi dizginleme usulleriyle karşılaşıyoruz daima. Bu anlamda belli bir fıtrat ve potansiyelle yaratılan insanın, doğru hazineden beslenerek kendini tanıması, ona bu özü veren Rabbine yaklaşabilme çabası gibi düsturlar, bizim inanç ve değerlerimizin de temelini oluşturuyor. Zira insani olan her usul, İslami bir temel üzerinde yükseliyor aslında.
Kişisel gelişim hususunda yaklaşımlar farklı olunca hiçbir şekilde ayak uyduramayacağımız, yakınından dahi geçemeyeceğimiz doktrinleri de ayırt edebilmemiz, bunlara karşı koruma kalkanı oluşturmamız elzem. Evrensel ilkeler gereği ilmin türlü dallarından faydalanabiliyor olsak da, pozitivist yaklaşımın kişiyi geliştirme vaadiyle ortaya attığı, ancak yalnızca bencilliğe iten, egoyu yüceltip yalnızlaştıran, başkalarını manipüle etmeyi ve riyakarlığı öğreten taktiklerini elimizin tersiyle reddetme mecburiyetimiz var. Kendini herkesten üstün tutmayı, her şeyi başarabileceğine inanmayı, kendi mutluluğundan daha önemli bir erek olamayacağını ileri süren felsefelerden alabileceğimiz hiçbir fayda yok. Zira “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme, çünkü sen ne yeri delebilir ve ne de boyca dağlara ulaşabilirsin” buyruğu (İsra, 37) başta olmak üzere tüm şer’i kaynak ve değerlerimiz her daim tevazuyu, tek kişinin değil toplumun saadetini hedeflememizi, bireysel başarıya odaklandığımızda hiçbir yere ulaşamayacağımızı hatırlatıyor bize.
Yanı sıra nefsin arınması, olgunlaşması sürecinde bir nihai nokta söz konusu da değil. İnsan için tekamül her an devam ediyor. En zelil noktadan en mukaddes mertebeye uzanabilen fakat asla bitmeyen bir yolculuk yüceltiliyor inancımızda. Bunun için de her an teyakkuz halinde olmamız, imtihanları da nimetleri de gelişim için birer fırsat olarak görmemiz salık veriliyor. Gelişimde “mutlak başarı” sanılan ahval, yalnızca bir yanılgı/halüsinasyon olarak betimlendiği için “Ben oldum, olgunlaştım, başarılıyım artık” diyen kişinin hataya düşmekte olduğu üzerinde duruluyor sıklıkla. Bu da, sınırlı ömürlerimiz boyunca nasıl bir gelişim takip edebileceğimizi anlamak için önce nefsimizin terbiyesi üzerinde durmamız gerektiğini doğruluyor.
İslami Gelişime Hizmet Eden İlkeler
Allah Teala (celle celaluhu) Kur’an-ı Kerim’de “Andolsun ki insanı biz yarattık; nefsinin kendisine fısıldadıklarını da biz biliriz. (Zira) Biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kaf, 16) buyurup bizi en iyi bilenin kendisi olduğunu ifade etmekteyken, ancak O’na (celle celaluhu) ittiba edip emirlerine uyarak bu bilgiye yaklaşabileceğimiz hakikatine işaret ediyor. İlim O’nda, çare O’nda, yöntem O’nun (celle celaluhu) gönderdiği din ve ibadetlerde gizli. Yanı sıra şer’i delillerin tamamı, insanın asıl gelişiminin manevi bir terbiye ile gerçekleşeceği ve ahlaki boyutta olacağı üzerinde durmakta. Ayet-i kerimeler, iyi bir insana dönüşmek isteyenlere yönelik itikadi ve ahlaki nasihatlerle dolu. Hz. Peygamber’in (aleyhissalatu vesselam) güzel ahlakı tamamlamak için gönderildiğinin vurgulanması ve onun hayatı ve sünnetlerinin örnek alınması gerektiğine dair emirler bunun bir diğer delili. İbadetlerimizin tümü, bizi sağaltıcı etkiye sahip. Pergelin bir ayağını hakikatin bilgisine sabitleyip diğer ayağıyla alemdeki yardımcı bilgileri alabileceğimiz anlamına geliyor bu.
Kişisel gelişim yolunda “yardımcı bilgi“ tarifi önemli, çünkü dini kaynaklar dışında gelişim maksadıyla sunulan anlamlı öğretiler, esasında daha doğru yaşayan kullar olmamıza yardım edebiliyor. Örneğin erteleme alışkanlığını yenemeyen biri her işini son dakikaya bırakacağından bu onun ibadetlerini de olumsuz etkiliyor. Veya iradesini kuvvetlendiremeyenler, nefislerine daha çok boyun eğer hale gelebiliyorlar. İletişim becerileri konusunda sıkıntı yaşayan bir insan, diğerlerini anlayıp kendini anlatmakta güçlük yaşayacağından kalp kırma ihtimali artıyor. Hep kendini haklı gören, egosunu besleyip kibre kapılan birinin teslimiyetle Rabbine (celle celaluhu) yaklaşması da güçleşiyor haliyle. Karakterimizi iyiye eviren, davranışlarımızı kontrol altına almamızı sağlayan her bilgi, bizi daha sağlam/iyi bir insan haline getirmek için vesiledir. Hasılı Çin’de dahi olsa faydalı ilimlerden istifade etmeli, o ilimleri kendini tanımak ve zafiyetlerini bilmek için kullanmalıyız. Ancak unutmayalım ki en küçük davranışımızın altında yatan esas niyeti tahlil etmekten, kalbimizin en derininde yatan hırs ve ihtirasın neye dair olduğunu anlamaktan mahrum, aciz varlıklarız. Bu nedenle en sağlam ilimlerle kendimizi beslesek de, yolumuzu aydınlatsak da kamil bir rehbere ihtiyacımız olduğunu hiç unutmamak zorundayız. Zira bilgi sahibi olmak ayrı bir şey; iyi-kötü yahut faydalı-zararlı bilgiyi temyiz edebilecek kemalatta olmak ayrı bir şeydir.
Bizi Rabbimizden uzaklaştırıp kötülük işlemeyi emreden nefs-i emmare ile mi hemhaliz? Yoksa gerçekten pişmanlık duyan, nefsini çirkin hal ve hareketlerden kurtarmaya gayret edenlerden miyiz? Bu noktada her nerede duruyor olursak olalım, elimizden tutup bizi doğru yolda ilerletecek olan, imtihanlarımızla nasıl başa çıkabileceğimizi öğreten rehberler gerekiyor bize. İyileşmek için doktora, öğrenmek için öğretmene, zanaat öğrenmek için sanatkara başvurmak dışında bir çıkar yol yok hiçbirimiz için. Kişisel yolculuğumuz boyunca irşat olunmamız ve iyi bir insana dönüşebilmemiz için, gitmeye çalıştığımız tüm o yolları yürüyüp maksuda ermiş mürşid-i kamillerle yol almamız gerek. Onların manevi atölyelerinde yontularak, verdikleri reçeteleri uygulayarak, bizi geliştirecek ödevleri aksatmayarak ilerleyebilir ve aslımıza dönerek gelişebiliriz ancak.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Elif Özdemir - Semerkand Aile Dergisi Sayı:175 s.06