Bâtılın Mutlu Yüzleri
İmam Kuşeyrî (k.s) başka beldelere giden talebelerinden “Kalbi mahzun birini görürsen ona benden selam söyle.” diyen bir zattan bahseder. Geçmiş kitaplardan birinde de şöyle yazıldığı rivayet edilir: “Allah bir kulunu sevince onun kalbine hüzün kor, buğzedince eğlence kor.” Seri Sakati hazretleri de insanların bütün hüznünün kendisine verilmesini istermiş ve Fudayl bin İyaz (k.s) vefat ettiği zaman arifler “Yeryüzünden hüzün gitti.” demişler.
Modern küresel şeytanlığın en büyük başarılarından biri hüzün, gam, keder ve mutsuzluğun kötülükle aynileştirmesidir. Bu sistemde kötü olan, zulüm yahut adaletsizlik değildir ya da insanlığın birinci gündemi sathîlik veya inançsızlık değildir. Seküler kapitalist endüstri, mutsuzluğu, gam ve kederi kısaca hüznü ortadan kaldırmak üzerine inşa etmiştir. Baudrillard bunu şöyle ifade eder:
“Üstünde konuşulabilecek bir şey varsa o da kötülük ve mutsuzluk arasındaki farktır. Kötülüğün mutsuzluğa indirgenmesinden ve bu mutsuzluk kültürünün, hegemonyasını mutluluk üzerine kurmuş olan kültürle gerçekleştirdiği suç ortaklığından söz edebiliriz. İyilik ve kötülük arasındaki ideal karşıtlık, mutluluk ve mutsuzluk arasındaki ideolojik karşıtlığa indirgenmiş durumdadır. Oysa bunların simetrik şeyler oldukları söylenemez. İyiliğin mutluluğa indirgenmesi, kötülüğün mutsuzluğa indirgenmesi kadar büyük bir talihsizliktir.”
Böylece kederli olan iyi, mutlak kötülük kategorisine indirgenir. Dinimizdeki ve tarihi geleneğimizdeki en büyük arzulardan biri olan şehitliğin son yarım asırda nasıl karşılanması gerektiği konusundaki kafa karışıklığı buna güzel bir misaldir. Seküler politika için şehitliği önlemek politik bir vaattir mesela. Çünkü ortada ölüm vardır ve ölüm keder, hüzün ve mutsuzluk demektir. “Mutsuzluk” ise en büyük modern kötülük.
Ritzer, bunun bütün dünyanın Mc- Donaldlaştırılması ve McDonald’ın hokkabaz ticari prensiplerinin kendini dünya ahlâkı ve amacı olarak ikame etmesi olduğunu savunmuştur. Üstelik ortada tam olarak mücadele edilecek bir cisim de yoktur. Bu, manevi insanın bir gölgeyle mücadele etmesine benzemektedir:
“İnsanlar McDonaldlaştırılmış dünyaya öfke, düşmanlık duyabilir ama nereye yöneltmek gerektiğini bilmek zor olduğu için bu duygu yüzer-gezer bir biçim alır; üstelik o kadar çok farklı şey McDonaldlaştırma sürecine girmiş görünüyor ki. McDonaldlaştırılmış bir toplumda etki yokluğuna karşın, insanlar Mc- Donaldlaştırılmış alanlara girdiklerinde çoğunlukla bir tür yoğunlukla, bir öfori hissederler. Parlak ışıklar, renkler, dev tabelalar, çocuklara yönelik oyun alanları vb. ziyaretçilere bir eğlence parkına girdikleri ve heyecan verici zaman geçirecekleri izlenimini verir.”
Bauman ise bambaşka bir şeye dikkat çeker. Modern seküler bâtılın toplumlara “mutluluk” olarak enjekte ettiği şey gerçekte şeytanî kederin ta kendisidir:
“Tüketiciler toplumundaki tüketiciler için; hareket halinde olmak, aramak, bulamamak, daha doğrusu henüz bulmamış olmak, marazi bir durum değil, bir mutluluk vaadidir. Belki de mutluluğun kendisidir. Onlarınki, varışı bir lanete dönüştüren umutlu bir yolculuktur. Tüketim oyunu; ele geçirme, mülk edinme hırsı ya da maddi, somut anlamda servet biriktirme değil, yeni bir şeyin ve önceden bilinmeyen bir duygunun verdiği heyecan aşkına oynanır. Tüketiciler, her şeyden önce, heyecan derleyicileridir; onlar, şeylerin ancak tali ve ikincil anlamda koleksiyoncularıdır.”
Mark C. Taylor ve Esa Saarinen’in belirttiği gibi, “Arzu, tatmini arzulamaz. Tam tersine, arzu arzuyu arzular.” En azından, ideal bir tüketicinin arzusu budur. Arzunun sönme ve tükenme ihtimali, görünürde onu canlandıracak hiçbir şeyin olmaması ya da içinde arzulanacak hiçbir şeyin kalmadığı bir dünya ihtimali ideal tüketicinin (ve kuşkusuz, tüketim malları satıcılarının) en büyük kâbusu olsa gerek.
Tüketme kapasitelerini artırmak için, tüketicilere hiçbir zaman soluklanma fırsatı tanınmamalıdır. Onları dur durak bilmeksizin uyarmak ve teyakkuz halinde tutmak, daima yeni ayartmalara maruz bırakmak ve böylelikle asla yatışmayan bir heyecanlılık halinde ve de, aslında, sürekli bir kuşku ve memnuniyetsizlik halinde kalmaları gerekir. Dikkatlerini başka yöne çeken yemlerin, bir yandan bu memnuniyetsizlikten kurtulma yolu vaat ederken, kuşkuyu da onaylaması gerekir: “Her şeyi gördüğünü mü sandın? Daha hiçbir şey görmedin!” Bütün bu şeytani hokkabazlara rağmen, gürültüler dinip ışıklar söndüğü zaman seküler insan tatminsizlik musibetiyle başbaşa kalır.
Nitekim Rustin bu durumu fark edenlerden biridir: “Eğer mutluluk, sürekli olarak erişilebilir bir şeyse, eğer reklam sayfalarına göz atmak ve cüzdandan bir kredi kartı çıkarmak için gereken birkaç dakikada mutluluğa erişilebiliyorsa, o zaman belli ki mutluluğa ulaşmayı beceremeyen bir benlik, “gerçek” ya da “sahici” değil, hepsi olmasa bile miskinlik, cahillik ya da aptallık kalıntısı olabilir ancak. Böyle bir benlik, sahte ya da hilekâr olmalıdır. Mutluluğun ardından koşan milyonlarca erkek ve kadının devindirdiği bizimkisi gibi toplumlar daha da zenginleşiyorlar ancak daha mutlu olup olmadıkları hiç de kesin değil. Anlaşılan, insanın mutluluk arayışı pekâlâ kendi kendini baltalamanın göstergesi olabiliyor. Eldeki bütün ampirik veriler, varlıklı toplumların nüfuslarında, mutlu bir yaşamın temel aracı olduğuna inanılan zenginlik artışı ile mutluluk artışı arasında hiçbir bağlantı olmadığını ortaya koyuyor!”
Velhasıl Bişri Hafi (k.s) hüznün kalpte kendisinden başka bütün istekleri silen bir padişah gibi olduğunu söylemiştir. Ebu Osman Hiri (k.s) ise bir günah için olmadığı sürece hüznün mü’minin vasıflarından ve sermayelerinden biri olduğunu belirtmiştir. Modern bâtıl güçlerin bütün cephaneleriyle rabbanî hüzne saldırmalarının temel sebebi budur: kendi panzehirini ortadan kaldırmak.
Aşağıdaki kaynaktan faydalanılmıştır:
Mostar Dergisi - Sayı:176 s.44